Son zamanlarda hepimizin aklından tek bir şey geçiyor: Şu telefonu elimizden biraz bıraksak, mutlaka daha iyi, bilgili, kültürlü birine dönüşeceğiz. Daha çok yürüyüşe çıkan, çocuklarıyla gerçekten konuşan, başkalarının başarısını görünce içi ezilmeyen versiyonumuza. Güzel fikir…
Jay Caspian Kang, New Yorker’da bu soruyu masaya yatırmış. “Ben de günde en az bir kez, telefonumu parçalara ayırıp AppleCare’i hiç aramadığım bir hayatın nasıl olacağını düşünüyorum. Belki golfte acayip bir seviyeye gelirdim, belki çocuklarıyla bin parçalık puzzle yapan o babalardan olurdum. Belki Zeitgeist’a damga vuran filmler çekerdim. En azından daha zor romanlar okurdum” diyor Kang. Fakat bu iş o kadar kolay değil. Temmuz ayında, teslim tarihi yaklaşırken Kang da çareyi sosyal medyadan uzaklaşmakta buluyor: önce X’i siliyor, ardından Instagram’ı, TikTok’u… Telefonda onu yabancılarla tartışmaya davet eden ne kadar uygulama varsa hepsini kapatıyor. Sonrasında yaşadıkları da tanıdık.
Günde on saate yakın ekran başında geçirdiği süre bir miktar düşüyor, kitabının taslağını zamanında tamamlıyor ama beklediği dönüşüm, daha çok okuyan, daha çok yürüyen o kişi bir türlü belirginleşmiyor. Dünyadan kopmanın huzuru var, evet ama eline alacağını düşündüğü kitaplar hâlâ rafta. Kang da soruyor kendi kendine: Belki mesele sadece “çok ekran” değil, okuma denen şeyin internet çağında başka bir yere evrilmesi midir, öyle değil mi?
İşin ilginç yanı şu: istatistikler okumadığımızı söylüyor ama tarihte hiçbir dönem bu kadar çok kelime okumadık. Hepimiz sürekli bir şey okuyoruz; mesaj, yorum, gönderi… Yine de Kang’ın kafasını kurcalayan şey başka: Okuma alışkanlıklarımızı gerçekten sosyal medya mı çökertti, yoksa biz sadece kendi yankı odamıza daha fazla tıkıldık da uzun, pürüzlü metinlere sabrımız mı kalmadı?
Tam da burada Celine Nguyen devreye giriyor; Kang’ın da takip ettiği bir yazar. “21. yüzyılda yazar olmak” üzerine notlarında sosyal medyanın aslında yeni kitap yolları açtığını söylüyor Nguyen: “Dünyayı görme biçimimi kökten değiştiren birçok kitabı, Reddit’te ya da Twitter’da birilerinin önerdiğini görerek keşfettim. İnternetin özel yanı bu: Doğru sosyal çevrede olmanı gerektirmiyor.”
BookTok’un insanlar üzerinde yarattığı etkiyi de düşünün: Birçok kişi kendi ilgi alanı dışındaki kitaplarla ilk kez orada karşılaşıyor. Gazetelerin yıl sonu listelerinde görünmeyecek birçok kitap, sosyal medya sayesinde okur buluyor. Bu bir dezavantaj değil, avantaj. Bunu Kang da fark ediyor: Son zamanlarda gördüğüm en yaratıcı biçim denemeleri Substack’teydi mesela diyor Kang; Ryan Lizza’nın nişanlısıyla ilgili skandallı, tefrika gibi yayımlanan metni de dahil.
Sonuç…
Okumuyor değiliz, okuyoruz. Üstelik sosyal medyada çıkan her yazı çorba değil yani. Ama yine de saf optimizasyona, saf derlemeciliğe, saf uzmanlaşmaya direnmekte fayda var.