Breaking Bad, Better Call Saul gibi dizilerden tanıdığımız Vince Gilligan’ın tasarladığı yeni dizimiz Pluribus, 7 Kasım 2025’te Apple TV+’da iki bölümle başladı. Şimdiden eleştirmenlerin ve tabii bizim de gündemimize ilk sıradan girdi.

Başrolünü Rhea Seehorn’un üstlendiği bu bilimkurgu dizisi için spoiler’sız, temiz bir Pluribus 101 hazırladık. Şimdiden iyi seyirler.

Carol ve RNA

Dizinin ana karakteri Carol Sturka (Seehorn), tanınmış bir roman yazarı, kitapları biraz cheesy, kabul edelim. Ama olayların bununla alakası yok. Onun hikâyesi başarı ya da şöhret üzerine değil aniden gelişen olaylar üzerine. Uzaydan gelen bir RNA sinyalinin ardından dünyada ortaya bir virüs çıkıyor. Bu virüs, insanlığı tek bir “mutlu bilinç” hâline getiriyor. Carol ise bağışık olan birkaç kişiden -tam olarak 11- biri. Bu garip düzende, “Herkes mutluysa ben niye değilim?” sorusu çerçevesinde hem içerik hem biçim olarak sık sık sorgulama moduna geçiliyor. Eleştirmenler, dizinin alışılmış apokaliptik anlatıları tersine çevirdiğini söylüyor.

Kim bu Vince Gilligan?

Dizi, Vince Gilligan’ın alıştığımız suç dünyasından çıkıp yeni bir alana yöneldiğini gösteriyor. Aslına bakarsanız, Gilligan bilimkurguya yabancı değil. Köklerine dönüyor desek bile yanlış olmaz, çünkü kendisi 1993-2018 yılları arasında X-Files’ın yapımcılarındandı. Şimdi her şey daha da bir anlam kazanıyor, değil mi?

Gilligan bu işi “bir meydan okunma” olarak tanımlıyor: “Ben artık kötü adamlar yazdım yeter,” diyor.

Gilligan’ın önceki işleriyle kıyaslandığında Pluribus, suç ve anti-kahraman motiflerinden uzaklaşıyor… Yine de buraya, ilk iki bölüm şerhini düşmek daha doğru olur. Çünkü… biz biraz o türden emareler gördük. Carol karakteri, bize hiç de iyi yarınlar vadetmiyor. Her an yeni bir Khaleesi’ye dönüşebilirmiş gibi. Yine de günahını almayalım, bekleyip görelim.

O nasıl bir oyunculuk, Rhea?

Rhea Seehorn için bu yeni bir “tam-başrol” işi sayılabilir. Eleştirmenlere göre performansı “olağanüstü”, bize göre de. Carol hem öfke dolu, hem kırılgan, hem de biraz memnuniyetsiz biri. Karolina Wydra’nın canlandırdığı Zosia gibi yan karakterler de tekinsiz bir “bizleşme” dünyasında varlıklarını hissettiriyor.

Diziyi asıl tanımlayan kelimemiz de bu olmalı: Tekinsiz bir dizi bu.

İlk eleştiriler

İlk eleştirel tepkiler oldukça olumlu: Dizi, Rotten Tomatoes değerlendirmesine göre mükemmel (“100%”) bir başlangıç almış durumda. Yani, daha ne olsun? “Yılın en iyi yeni dizilerinden biri olabilir” yorumları da var.

TIME dergisi, “Dizide ağır bir atmosfer var: uzun planlar, suskunluk, kaosun içinde çoğu zaman neyin nasıl geliştiğinin hemen anlaşılmaması gibi unsurlar” diyor. Vulture’da ise, olayların yavaş aktığı, fakat finalde seyirciyi ödüllendirildiği gibi konulara değinilmiş. Dizinin temposunun çok yavaş olduğu, hikâyenin nereye doğru gittiğinin net olmadığı ve ana karakterin çıkarının izleyiciye daha geç geçtiği gibi noktalar dile getirilmiş. Fakat biz bunu da sevdik. Her şey yavaş fakat gergin ilerliyor. Tıpkı eski diziler gibi, kimsenin acelesi yok, TikTok’a yetişmek için.

Neden İzlenmeli?

Pluribus’u bir dizi değil, bir deneyim gibi görebilirsiniz. Mutluluğun bedeli, bireysel iradenin mümkün olup olmadığı, “biz” bilincinin kıyısındaki yalnızlık gibi ağır ama çekici temalar dizide belirgin.

Eğer size rahatlatıcı bir dizi değil de izleyip üzerine konuşulan, hafızada yer edecek bir şeyler lazım ise Pluribus muhteşem bir tercih. Yüksek tempolu aksiyon beklemeyin fakat gerileceğinizden emin olun. Bu yüzden, size tavsiye: Bir arkadaş grubu, evinizde toplaşın ve bu diziye bir şans verin. Emin olun pişman olmayacaksınız.

Pluribus’u seversen…

Kurt Vonnegut’un “Harrison Bergeron” öyküsünü oku. Eşitlik ve mutluluğun kötücül sonuçları üzerine düşün.

Stephen King, Hayvan Mezarlığı; kitabını oku ya da filmini izle. Tekinsizlik dendi mi Stephen’dır, King’tir.

“I am Legend” filmini izle; herkesin bir senin tek kaldığın, şimdilerde eskimiş muhteşem bir film.

Tabii ki, X-Files’ın birkaç bölümüne göz at. Lost’u izlemediysen bir şans da ona ver.