Adile Naşit’in gülüşünü hepimiz biliyoruz; peki ya o gülüşün taşıdığı yükleri? Bir yazar ve bir yönetmen, kendi çocukluklarından bugüne uzanan duygusal bir hatta buluşup Adile’nin hayatını yeniden kuruyor. Ortaya, bir dönemi ve bir kadını bütün çıplaklığıyla anlatan samimi bir yol arkadaşlığı çıkıyor.

Çağan Irmak: Yazıyla başlar her şey… Peki ilk teklifi ne zaman, nasıl aldın? Adile senin hayatında neredeydi o sırada?

Nermin Yıldırım: Arka arkaya yazdığım dizi ve tiyatro oyunlarından sonra romana döndüğüm bir dönemdi. Senaryo tekliflerini öteliyordum. Ama o sırada Necati Akpınar bana Adile’yle geldi. Sen de çok iyi biliyorsun ki Adile asla hayır denmeyecek bir fikir. Ben de diyemedim zaten… mümkün değildi. O buluşmadan gözlerim dolu dolu çıktım. Bebek’ten Cihangir’e yürüdüm. “Bir Adile filmi yapılacak ve ben mi yazacağım?” Üstelik hayatımda ilk kez bir sinema filmi yazacağım. Sonra “Çağan Irmak yönetecek” dendi. Bir gün Sıraselviler’de yürüyorum, uçarak Bebek’teki ofise geldim. Ve seninle tanıştık. Peki senin tarafında bu noktaya kadar süreç nasıl gelişti?

Çağan Irmak: Senin romanların zaten evimde vardı. Bavula Sığmayan’ı okuduktan sonra, bir insanın hem çok iyi satıp hem de olağanüstü bir yazar olabileceğini bir kez daha anladım. “Allah’ım Nermin yazacak ve bu benim sinemada ilk kez yazmadığım senaryo olacak” dedim. Sana mesaj attım: “Sizi çok seviyorum, bilmem haberiniz var mı?” diye devam ettirdim. Sen hemen döndün. Günümüzde ilk tanışmalar ilk tanışma gibi olmuyor ya… sosyal medya yüzünden tanışmalar zaten belli bir yol almışlıktan sonra başlıyor. Biz de sanki 40 yıllık dostmuşuz gibi anında konuşmaya başladık, birbirimizi sevdik.

Nermin Yıldırım: Bu güzel sözler karşısında tabii mahcup oldum. Mustafa Hakkında Her Şey’den beri takip ettiğim ve sevdiğim bir yönetmensin… ve artık arkadaşımsın. Biz filmler ve metinler üzerinden bir aşk yaşadık. Zaman içinde, birbirine benzeyen iki insan, iki ruh olduğumuz ortaya çıktı. Ama hâlâ yazdığım bir şeyi Çağan Irmak’ın çektiğine inanamıyorum. Bu benim ömrüm boyunca coşkuyla söyleyeceğim bir gurur olacak.

Çağan Irmak: Ben bunu yazmak ve çekmek olarak ayırmıyorum biliyor musun? O kadar organik gitti ki her şey… Sanki Adile ikimizin. Ben nerede yönetmenlik yaptım pek bilmiyorum. Bu, ikimizin beraber kurduğu bir şey oldu.

Nermin Yıldırım: Ben de aynı şeyi hissettim. İlk 30 sayfayı yazıp sana gösterirken gözünün içine baktım. Çünkü gerçekten merak ediyordum… daha önce böyle bir çalışma yapmamış biri olarak, birinin zihninden çıkan şey başka bir zihne çarptığında ne olur hiçbir fikrim yoktu. Dizi yazdım, başka yönetmenlerle çalıştım ama bu başka. Orada başka dinamikler var; burada zamanımız var, gönlümüz masada, Adile var masada. Sen okurken yüzüne bakıyorum… gözündeki ışığa bakıyorum. Aynı yerlerde gülüyor, ağlıyor, duraksıyoruz. O ışığın tonu bile aynıydı ki buna çok şaşırdım. İki insanın üçüncü bir insanın hayatıyla ilgili aynı anda aynı şeyi hissedebilmesine… Sonra dedim ki: “Bunun gerisini gönül rahatlığıyla yazarım.” Çünkü biliyordum ki benim yazdığım senin kafanın içindekiydi. Ne sen benden en ufak bir endişe duydun ne de ben sete girince “acaba” dedim. Çoğu zaman birbirimizden habersiz aynı şeyleri söyledik. Birbirimizin cümleleriyle konuştuk. Benim eksik bıraktığımı sen doldurdun, hem de “ben de böyle hayal ederdim hatta daha da iyi” diyeceğim şekilde.

Çağan Irmak: Bizim ikimizin de çocukluğu, ikimizin de Adile mirası var. Bu çok yardım etti. Ben 1992’de sinemaya girdim. Ege’den İstanbul’a gelmiş, asistanlıkla başlayan bir yönetmen adayıydım. Nermin’e sadece Türk sinemasının şartlarını anlattım. Filmler nasıl çekiliyordu, minibüslere binip nasıl gidiyorduk… Ama Adile’yle ilgili hiçbir şey anlatmadım. Sadece sinema piyasasını, film çekme koşullarını anlattım. Çünkü miras böyle bir şey… ustaların yaşadıklarını anlattıkça o gerçeği kazımaya başlıyorsun. Altından bir görünürlük çıkıyor, sonra empati geliyor. “Adile bunu yaparken ne hissetti?” “Bu teklifi aldığında ne hissetti?” “Köpükler içinde o sahneyi çekerken ne hissetti?”

Nermin Yıldırım: Uzun bir yolculuktu. Her ne kadar sinema dönemini anlatsa da, Türkiye tarihine de bir yolculuktu aslında. Oradaki değişimi merkezde tuttuk: Ne hissetmiştir? Hayat dönüşürken, şartlar değişirken… Yeşilçam’ın bütün kurallarına rağmen bir kadının kendini gerçekleştirme mücadelesi… Yıldız sisteminin dayattığı güzellik baskısına rağmen… Fiziksel olarak prototipin dışında bir kadının bugün bile belki daha zor olan bir dünyada tutunma mücadelesi…

Çağan Irmak: Çünkü güzellik kavramı gerçek olmayan bir noktaya gidiyor artık.

Nermin Yıldırım: Evet… Sanki Adile yıllar öncesinden çıkıp bugünün aktrislerine, sinemasına, insanına başka varoluş biçimlerini yeniden hatırlatmak için gelmiş gibi. O dostluğu, dayanışmayı… Sana da öyle geliyor mu? Biz bu filmi sanki tam zamanında mı yaptık?

Çağan Irmak: İkimizin en başta aldığı ortak karar çok önemliydi: Geçmişe asla güzelleme yapmayacağız. “Ay ne tatlı günlerdi, o bizim masalcı teyzemizdi” demeyeceğiz. Bu işin kolayına kaçmak olurdu. Seyirci kendi nostaljisini bulabilir, eyvallah. Ama bizim derdimiz bu kadının yaşadığını pembe gözlük takmadan anlatmaktı. Nermin burada çok çaba sarf etti; biyografinin bir omurgaya oturması gerekiyordu. Çünkü bir sürü biyografi yapıldı ama asıl soru şu: “Bu filmi niye yapıyoruz?” “Neden anlatıyoruz?”
Mesela Aznavour’un filmini seyrettim; adam şurada şarkı söylemiş, burada yaşamış, burada ölmüş… Ben bunları zaten biliyorum. Ben bu filmi niye seyrettim?
İşte o omurgayı bulmak şart. Nermin başta üç-dört omurga buldu kendine. Hatta bir ara yol filmi düşündü; sonra Adile’yi küçük bir odada iki kişinin karşılıklı konuşması gibi düşündük. Ama en sonunda dedik ki: Madem Adile filmi yapıyoruz, her şeyini anlatmalıyız.
Ve Nermin öyle bir omurga buldu ki… Oğlu ölmüş bir kadının, yaşamın ilerleyen dönemlerinde bütün Türkiye’nin annesi ilan edilmesi… İşte bu müthiş bir omurgaydı. Oradan büyüdü her şey.

Nermin Yıldırım: Geçen gün bir video izledim. “Bir kelimeyle Adile’yi tanımlayın” demişler. 10 kişiden 8’i “anaç” diyor. Bu bana çok hüzünlü geliyor. Hayattaki en büyük kederi anneliği yitirmek olan bir kadının, o eksikliği tamamlamak için bambaşka insanlara kucak açması… çok büyülü değil mi? Biz onun kuzucukları olarak bugün ona teşekkür etmek için bu yola çıktık. Onu hiç tanımamış olanlar bile aynı şeyi görüyor. Ama o kahkahanın altında çok başka şeyler var. Filmde biraz o kahkahayı araladık.

Çağan Irmak: Kesinlikle. Ben Seferihisar’da büyüdüm. Oyuna geldiklerinde Akkum’da kalırlardı. Ben tanıdım onu. İmza istedim. Ama o kadar heyecanlandım ki kendi adımı söyleyemedim, “kız kardeşim imza istiyor” dedim. Şimdi filmi çekerken o anı hatırladım.

Nermin Yıldırım: Adile’nin çok zeki olduğunu bu süreçte iyice gördüm. O kadar çok insanla konuştum ki… Bir hayatın bin versiyonu çıkıyor. Adile herkese gerektiği kadarını göstermiş. Ben onu matruşka bebeğe benzettim. İçi içe geçmiş onlarca Adile… Neşeli kadın, hüzünlü kadın, aktris, anne… Ve hepsi gerçek.

Çağan Irmak: O dönem bütün oyuncular hayatı büyük bir şölen gibi yaşamış. Yokluğa rağmen… Mesela kendi mutfağında çekilmiş fotoğrafları var. Çocukluğumuzdaki mutfaklardan bile daha mütevazı. Ama karnıyarık tepsisini öyle bir coşkuyla tutuyor ki… Gerçekten böylesi bir hayat yaşamışlar.

Nermin Yıldırım: Bir de şimdiki gibi değil tabii… Onlarca film çekiyorlar ama para ellerine geçmiyor. Dolmuşa biniyorlar, pazara gidiyorlar, deftere borç yazdırıyorlar ama bir yandan da yıldızlar.

Çağan Irmak: Çok enteresan. Kendi hayatlarında mütevazılar ama starlar. O dönem herkes “film çekiyoruz, koşalım” duygusuyla yaşıyordu.

Nermin Yıldırım: Çocuksu bir sevinç. Bir sinema sevdası.

Çağan Irmak: Bugün eleştirilebilir tabii. “Bu şartlarda bu kadar az paraya nasıl çalıştınız?” denebilir. Ama adamlar böyle düşünmemiş. Sigortasız, para pul düşünmeden koşturmuşlar.

Nermin Yıldırım: Ve bütün bu zorluklar… Komedi biraz zorluktan çıkar ya. Yeşilçam’ın bütün absürtlüğü ama aynı zamanda tam gerçeği… Mesela filmde en sevdiğim şeylerden biri Arzu Film evreninin kamera arkası. Hepimizin ezberden bildiği o filmlerin set hâlleri… Çok kıymetli bir belge oldu.

Çağan Irmak: Ben 1992’de sinemaya girdiğimde o zorlukların ucundan kıyısından yakaladım. Bugün şartlar daha iyi. Ama mutluluk denen şey… Belki de onlar bizden daha mutluydu, çok tuhaf.

Nermin Yıldırım: Muhtemelen öyle Çağan.

Çağan Irmak: Belki de hiç şikâyetleri yoktu.

Nermin Yıldırım: Zorluk vardı ama insan hamuru başkaydı. Dayanışma başkaydı. Değerler başkaydı. Bugün mutluluk sanki satın alınabilir bir şeye dönüştü fakat alınsa da insanlar mutsuz. Mesela filmdeki köpük sahnesinde set işçilerini konumlandırışına ilk seferinde de gülmüştüm. Hâlâ gülüyorum. Hem trajikomik hem gerçek. Şartlara rağmen güzellik çıkarılmış.

Çağan Irmak: Bütün bunlar yüzünden kendime şunu sordum: Adile şimdi yanıma gelse ne sorardım? Bir şey sormazdım. Sadece yüzüne, gözlerine uzun uzun bakardım. Gülümserdim.

Nermin Yıldırım: Ben de hep bunu düşündüm. Çok sevdiğin bir insanı güzelleme yapmadan, hakkıyla anlatmak çok büyük bir sorumluluk.

Çağan Irmak: Seyircinin nefesini ensemizde hissettik. Adile’nin ikonik sahnelerini koymazsak eksik olurdu. Hepsini koymak zorundaydık.

Nermin Yıldırım: Zaten en büyük challenge sahne seçmekti. Çünkü Adile’de seçim yapmak çok zor.

Çağan Irmak: Evet.

Nermin Yıldırım: Adile karşımıza çıksa, “Hayatının esası neydi?” diye sormak isterdim. Çünkü bin hikâye, bin versiyon var. Ama esası ne? Bence biz esasa yakın bir yerde durduk.

Çağan Irmak: Biyografi filmlerinde “Ne kadarı gerçek?” sorusu hep gelir. Bizim filmde bir sahne var; tam sahneye çıkacakken çocuğunun öldüğü söyleniyor. Bu gerçek ama bunu kimin söylediğini bilmiyoruz. İşte burada kurgu devreye giriyor. Çünkü bazen bir sayfalık kurgu, gerçeğin 20 sayfasını anlatır.

Nermin Yıldırım: Biz o kadar çok gerçek hikâye dinledik ki…

Çağan Irmak: Bazı boşluklara bir karakter koyduk, denyo biri olsun dedik. Çünkü tanıklarda o boşluklar vardı. O boşlukları gerçeğin duygusunu verecek şekilde doldurmak zorundaydık.

Nermin Yıldırım: Haber sahnesi herkesçe bilinen bir hakikat. Kimin söylediği önemli değil ama hikâyeyi akıtmak için kurguda bir yere oturuyor.

Çağan Irmak: Biyografi yapmak ruhun çıplaklığını gerektirir, “donun içine girmek” değil. Bunu aynen yazın lütfen. Çünkü bir etiği olmalı. O ruha zarar vermemeli. Artık söz hakkı yok çünkü.

Nermin Yıldırım: Evet, o sorumluluk oradan geliyor. Yaşım tutmuyor belki ama birinin hayatına karşı büyük bir sorumluluk hissediyorsun.

Çağan Irmak: İnsan hatalarıyla vardır. Biz bunları koymaktan gocunmadık. Sadece cevap hakkı doğurabilecek şeyleri koymadık.

Nermin Yıldırım: Herkesle görüştük zaten. Filmin kendisi kadar öncesi de film eder.

Çağan Irmak: Rızayla yola çıktık.

Nermin Yıldırım: Adile’nin çevresi, tiyatro ve sinema arkadaşları… hepsi bizim kalbimizde bir karşılık buldu. Biraz da onları görmüş olduk.

Çağan Irmak: Ekipten de bahsedeyim. Herkes Adile Naşit çektiğimizi biliyordu. Kostüm, sanat ekibi… herkes elinde Adile’nin fotoğraflarıyla dolaşıyordu. Tencereyi, kumaşı, elbiseyi tutturmak için sınavlarla geldiler. Sadece iş değil, sorumluluk gibi aldılar. Onlar da kuzucuklardı.

Nermin Yıldırım: İlk okuma provasında kenarda oturup seyrediyordum. Bir anda birini duydum—artık hayatta olmayan birini. Baktım… Unutulmayacak bir deneyimdi. O gün hissettiğimi başkalarının da yaşayacak olması beni heyecanlandırıyor.

Çağan Irmak: Oyuncular da öyle hissetti. Çok az müdahale ettim. Herkes bir mirasla oturdu masaya. “Tarık Akan’ın, Müjde Ar’ın hakkını verebilecek miyiz?” korkusu ile “Allah’ım Müjde Ar’ı oynuyorum!” sevinci bir aradaydı.

Nermin Yıldırım: Bizdeki duygu da buydu. Harika bir şey yapıyoruz ama doğru yapalım.

Çağan Irmak: İlk röportajımız en iyisi oldu galiba.

Nermin Yıldırım: Bir süredir görüşmemiştik. Her şey bittikten sonra konuşmamıştık. Tüm coşkumuzu döktük buraya. Velhasıl Çağan, yorulduk ama güzel oldu. Hayal ettiğimiz duygu orada duruyor. İnşallah Adile’ye mahcup olmayacağız. Seninle çalışmak çok büyük bir keyifti. Senaryo ahlakı ve senaryoya saygı konusunda sende gördüğüm şeyi hayatım boyunca talep edersem… bir daha kimle çalışacağım bilmiyorum. Bunun için teşekkür ederim. Bu kadar saygı çok nadir. Sende olmasına şaşırmıyorum ama çok mutlu oldum.

Çağan Irmak: Ben teşekkür ederim. Darısı yeni beraberliklerin başına.