Pek çok sebze, meyve, özel ya da yöresel yemek, gıda ürünü ilk ortaya çıktığı yerin adıyla anılır. Hatta uluslararası açıdan herkes bir “işaret” yani o yöreye tescil yaptırabilme peşindedir. Zaten halk arasında da yöresel isimleriyle anılırlar. Antakya künefesi, Ezine peyniri, Kayseri pastırması ve benzeri örneklerinde olduğu gibi. Bu bazı konularda ve ülkelerde iyice uç noktalara taşınır. Örneğin “şampanya” sadece o bölgede yapılan köpüklü şarap için kullanılabilir. Konyak da aynı bölgesel zorunluluğa tabidir. Tekel’in zamanında bir harf değiştirerek “kanyak” demek zorunda kalmasının da sebebi bu işaret, yani tescil. Yıllardır batı komşularımızla dolmadan köfteye tescil rekabeti sürer gider. Bir de doğal ve yöresel olarak o bölgeye kesinlikle ait olmasa bile o bölgenin adıyla anılan yiyecekler var. Bunlar yakıştırılmış, böylece klişeleşmiş tanımlardır. Günlük hayatta ne kadar sık ve çok kullanılırsa o kadar çok benimsenerek kabul görmüş. Hatta son zamanlarda ülkemizin adının okunma ve yazım şeklinin değiştirilebilmesi için büyük çabalar veriliyor. Özellikle de şu an en yaygın olarak konuşulan ve kullanılan İngilizcede “Turkey” kelimesinin hindi anlamına gelmesi gereksiz anlam sapmalarına, saptırmalarına, karmaşasına sebep oluyordu. Neden Türkiye’ye hindi denmiş?

Önce biz neden hindi demişiz? Bilinmeyen kıtalardan gelen her şeyin Hindistan’dan geldiği anlayışı pek çok ürünün Hindistan ile ilişkilendirilmesine sebep olmuş. (Kızılderililere Hintli diyenlerden ne beklenir zaten!)Bu acayip hayvanın yeni keşfedilen kıtalardan yani Hindistan’dan geldiği inancı yerleşmiş. Adı hindi olmuş. 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’ya hindi Türk ve yabancı tüccarlar tarafından yayıldığı için hayvancağız Türkler ya da Türkiye ile özdeşleşmiş. Başlarda Türkiye horozu diye adlandırılırken, horoz düşmüş “Turkey” kalmış. Şimdi tekrar Orta Çağ Latincesindeki Turchia -Turquia kullanımına geri dönülmesine çalışılıyor.

Hindistan Cevizi: Aslında Hindistan’la hiç de alakası olmayan bu meyve tropikal Asya, Pasifik ve Güney Amerika’da yetişen bir palmiye türüdür. Kolomb’un Bahamalar’a ayak basmasıyla ilk defa görülür. Hindistan hedef ülke olunca bu meyveyle  ilişki de kurulur. Asıl isim kabuktaki üç girinti bir suratı hatta kafatasını andırdığı için Portekizcede kafa anlamına gelen “coco” kelimesinden türer. Yağından tuzuna pek çok alanda kullanılan bu meyvenin Hindistan ile alakası yok.

Washington Portakalı: Tabii ki bu portakalın Washington ile ilgisi yok. Pek olamaz da. Çünkü o bölgede portakal yetişmesi çok zor. Portakalın ana merkezi Güney Çin, Kuzeydoğu Hindistan ve Myanmar, sonra diğer sıcak bölgelere yayılmış. Bu portakal da aslen Brezilya Bahia dolaylarından ve Navel adı veriliyor. Daha sonra Kaliforniya’daki ağaçlara aşılanıyor. Ama Amerikan havası pekişsin diye Washington ile özdeşleştiriliyor. Bizim Finike portakalıyla  neredeyse aynı.

Amerikan Salatası: Bu salatadan Amerika’da kimsenin haberi olmadığından emin olabilirsiniz. Bir dönem sosislinin hatta hamburgerin bile yanına sürülen pek meşhur bir yiyecekti. Gerçek adı Rus Salatası diye bilinse de ilk olarak Lucien Olivier tarafından geliştirilir ve onun adıyla anılır. Türkiye’ye göç eden Beyaz Ruslar’ın açtığı lokantalar tarafından yayılır. Adı Rus Salatası olur. Ama Kore Savaşı üstüne bir de Soğuk Savaş başlayınca hiçbir şeyin Rus’u makbul olamaz. Salatanın bile. Rus’un alternatifi ise Amerikandır. Havuç, bezelye, mayonez, patates, turşu ile yapılan bir salata kim bilir yirmi yıl sonra Çin salatası da olabilir belki. Arnavutköy çileği, Çengelköy hıyarı gibi semtlerle anılan yiyeceklerin kendisi ve yetiştirildiği tarlalar göç ve vahşi beton şehirleşmenin kurbanı olur. İsimleri kalır yadigâr. Çengelköy’de satılan hıyarlar Yalova seralarından gelir! Brüksel’de de kimse yetiştiremiyor zaten.

Daniska: Sebzenin, meyvenin, her türlü mal ve malzemenin en iyisi “daniska”sıdır. Aslında bu kelime de Danzig ya da bugün Polonya sınırında olan Gdansk Limanı’ndan türemiş. Almanya’dan gelen ve en kaliteli olduğu varsayılan ürünlerin kadalarında, yüklendikleri liman olan Gdansk yazısı bulunur. Bu zamanla “daniska” haline dönüşür. En kalite anlamında kullanılır. 

Dubai Çikolatası: Kim ne derse desin son dönemlerin en büyük pazarlama olayı Dubai çikolatasıdır. Mayalar, Olmekler, Aztekler ortaya çıkardıkları kakao ve ona bağlı içecek ve yiyeceklerin yüzyıllarca sonra bu kadar büyük şöhret olduğunu duysalar inanamazlardı. İspanyol kaşif Cortes 16. yüzyılda Avrupa’ya getirdiği bu yiyeceğe şeker de katılınca popüler oldu. Dünyaca benimsendi. Çok uzun bir süredir de pek az varyasyonlar dışında yepyeni bir şey ortaya konmamıştı. Dubai çikolatası ChatGPT’den sonra dünyada en hızlı yayılıp denenen şey oluverdi. Çikolata, kadayıf, Antep fıstığı, tahin, pudra şekeri ve benzeri malzemeler kullanılan bu ürün ilk defa İngiliz-Mısırlı Sarah Hamouda tarafından hamilelik döneminde aşerdiği şeyleri birleştirerek yapıldı. Sarah o sırada Dubai’deydi. Özellikle TikTok fenomeni Maria Vehera’nın yaptığı kısa videolarla bir anda tanınır. Tam 55 milyon kişi izler ilk videoyu. Önceleri satışlar sadece 500 adetle sınırlanır. Talep daha da patlar. Ürüne erişebilmek bile bir tatmindir. Sonra e-ticaret siteleri yoluyla satılmaya başlayınca dünyanın en sıcak konusu oluverir. İşin Dubailiği başlı başına bir sosyal inceleme konusu. Eskiden kalite referansı olarak ileriliği tartışılmayan Belçika, İsviçre kullanılırdı. Dubai bir anda Avrupa’nın güven ve kalite tahtını sağlayıverdi. Pek çok konuda olduğu gibi. Dubai’den getirilecek en değerli hediye de bir anda bu çikolata oldu. İçindeki fıstıklı katmanın iştah açıcı dışarı akma görüntüleri sosyal medyada patladı. Binlercesi yapıldı. Sonunda dünyanın en meşhur, en bilinen markaları da çeşitleri arasına Dubai çikolatasını eklemek zorunda kaldı. 

Komedyen Muz: Bütün yiyeceklerin içindeki en değerli olan, Art Basel Miami fuarından sonra ünlü müzayede kuruluşu Sotheby’s deki açık arttırmada tam 6,2 milyon dolara alıcı buldu. Dünyanın en muzip ama bir o kadar da yaratıcı sanatçısı İtalyan Maurizio Cattelan bir muzu duvara koli bandı ile yapıştırdı. Çürüyebilen bir ürün ve her yerden alınabilecek bir koli bandı 6 milyon dolardan fazla değer buldu. Bu kadar parayı ödeyense kripto platformu Tron’un kurucusu Justin Sun. Kripto dünyasında büyük ses getireceğini de düşünmüş ama daha da önemlisi doğrulama belgesiyle birlikte muz kendisine teslim edildikten sonra vereceği partide bu muzu yiyeceğini açıkladı.
Demek ki ne yediğin değil, yediğine hangi anlamı yüklediğin önemli. Gerisi klişe. Hepsi de kırılmalı.