Önemli bir kadın ikonu olan Fransız sinema efsanesi Brigitte Bardot, 91 yaşında hayatını kaybetti ve tüm dünya, hayatı boyunca “iyi veya kötü” her zaman kendi bildiği gibi yaşayan bu kadını “yeniden” konuşmaya başladı.
Brigitte Bardot denince akla ilk gelen şey genellikle sarı saçlar, güneşte bronzlaşmış bir cilt ve 1950’lerin katı kalıplarını yerle bir eden bir kadın imgesi olur. Ama Bardot sadece bir “güzel yüz” ya da sinema ikonundan ibaret değildi. Bardot, bikiniyi belkide ilk kez giyenlerden biri olarak onu moda yapan, vücudunu cesurca sergilemekten çekinmeyen, yaşadığı ilişkilerde de hep tutku arayan bir kadın olarak döneminde tabuları yıkan bir figür olarak tarihe geçti. Hayranlıkla eleştirinin sürekli yan yana yürüdüğü bir hayat yaşadı. Özgür kadın figürünün simgesi olan Bardot, zamanla bu imajı tartışmalı çıkışlarıyla gölgeleyen bir karaktere de dönüştü.

Kapak kızından sinema yıldızına
Kendi ülkesinde “BB” olarak bilinen sinema ikonu, 1934 yılında Paris’te, balerin olmasını isteyen varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Genç yaşlarında Elle dergisinin kapağında poz verdikten sonra yeni bir jeune fille (genç kız) tarzının somut örneği hâline geldi. Sadece 16 yaşındayken Paris’in en ünlü kapak kızı olan Bardot’nun fotoğrafları, film yönetmeni Marc Allegret’in dikkatini çekti ve Allegret, asistanı Roger Vadim’e Bardot’yu bulmasını söyledi. Deneme çekimleri başarılı olmadı, ancak altı yaş büyük olan Vadim onu önce himayesine aldı, sonra da tutkulu bir aşk yaşadılar. Ancak Bardot’nun ailesi bunu öğrenince onu İngiltere’ye göndermekle tehdit etti. Bardot, o zamanlardan beri kafasına koyduğunu yapan biriydi ve misilleme olarak intihar girişiminde bulundu. Bardot, yönetmenliğe yeni başlayan Vadim’e hayran kalmıştı. Daha sonra otobiyografisinde “vahşi bir kurt” olarak nitelendirdiği Vadim’e olan aşkını “Bana baktı, beni korkuttu, beni kendine çekti ve artık nerede olduğumu bilmiyordum” diye açıklamıştı Bardot. Bu baskı karşısında ailesi sonunda razı oldu, ancak Bardot 18 yaşına gelene kadar çiftin evlenmesini yasakladı. Bu dönüm noktası aşıldıktan hemen sonraysa çift, evlendi. Vadim, Bardot’yu olabileceğine inandığı yıldıza dönüştürmek için hemen çalışmalara başladı, düğün fotoğraflarını Paris-Match dergisine sattı ve ona halk önünde nasıl davranması gerektiği konusunda dersler verdi. Ayrıca Vadim, yeni küçük filmlerde ufak roller bulmasına yardımcı oldu. Ancak Bardot, 1956’ya kadar esas olarak bikiniyle poz vermesiyle -o zamana kadar İspanya, İtalya ve ABD’nin büyük bir bölümünde edep sınırlarını zorlayan bir giysi olduğu için yasaklanmıştı- ve kabarık saç modelini popülerleştirmesiyle ünlüydü.
1956 Bardot için bir dönüm noktası oldu çünkü, o yıl, Vadim’in ilk filmi olan ve Bardot’nun başrolde yer aldığı Ve Tanrı Kadını Yarattı, Paris’te gösterime girdi. Film Fransa’da gişe başarısı elde edemedi, ancak ABD’de büyük yankı uyandırdı. Doris Day’e alışkın bir ülkede Bardot bir sansasyondu. Bardot’nun karakteri Juliete, tıpkı erkekler gibi, utanmadan cinsel arzularının peşinden koşuyor, çıplak ayakla kendinden geçmiş bir hâlde masanın üzerinde dans ediyor, bedenini çekinmeden sergiliyordu. O güne kadar kadın karakterlerin “uslu”, “fedakâr” ya da “cezalandırılması gereken” kalıplarına alışık olan seyirci, Bardot’nun canlandırdığı karakterle sarsıldı. O, arzularını gizlemeyen, erkek bakışından çekinmeyen ve sonuçlarına katlanmayı göze alan bir kadındı.
Juliete karakteri kimileri için özgürlük sembolüydü, kimileri içinse tam anlamıyla bir skandal. Yeni evli bir kadının kayınbiraderiyle ilişkiye girdiği bir hikâyeyi anlatan film, Fransız Yeni Dalga sinemasının öncülerinden, aşkın ve erotizmin ön planda olduğu sahneleriyle döneminin en çok konuşulan sosyal olaylarından biri hâline gelse de ABD’nin bazı eyaletleri de dahil olmak üzere pek çok yerde yasaklanmıştı. Bardot, sadece filmde değil gerçek hayatta da kimseyi umursamadan “bildiği” gibi yaşıyordu ve filmdeki partneri Jean-Louis Trintignant ile yaşadığı açık ilişki de Fransa’yı film kadar sarstı. Bu ilişki, onun özel yaşamıyla kamusal imajı arasındaki sınırları tamamen ortadan kaldırdı ve Bardot’yu paparazzilerin en gözde hedefi hâline getirdi. Toplumun ahlaksızlıkla suçladığı Bardot, Vadim’den boşandı ve Vadim de ancak bir Fransız’ın verebileceği tepkiyi verdi: “Sadakatsiz olduğunu bilsem bile, sadece beni seven ve başka kimseyi sevmeyen bir kadına sahip olmaktansa ben böyle bir eşe sahip olmayı tercih ederim.”

Fotoğraf: Brigitte Bardot ve Roger Vadim
Annelik en büyük çıkmazı oldu
Bardot, birkaç aşk ilişkisinden sonra 1959’da, birlikte Babette Goes To War filminde rol aldığı aktör Jacques Charrier ile evlendi. Çiftin Nicolas adında bir oğlu oldu, ancak Bardot hamileliğinden nefret etti, defalarca karnına yumruk attı ve düşük yapmasını sağlamak için doktordan morfin istedi. Bardot cesur ve açık sözlüydü, eleştirilerin geleceğini bile bile daha sonra hamilelik sürecinden şöyle bahsetmişti: “Düz ve ince karnıma aynada, üzerine tabut kapağını kapatmak üzere olduğum sevgili bir arkadaşım gibi baktım.” Hatta, “Bir insan doğurmaktansa küçük bir yavru köpek doğurmayı tercih ederdim” diyecek kadar ileri giden Bardot, doğumdan sonra intihar girişiminde bulunduğunu da itiraf etti. Hayatı boyunca oğluyla arası açık olarak yaşadı. Nicolas yıllardır görmediği annesine kendisi hakkında medyaya açıklamalar yapması nedeniyle dava bile açtı.

Fransa’nın Marianne’i
Bardot, Fransa’da paraların üzerinde ve pek çok devlet binasında resmi bulunan, ülkenin “Özgürlük, Eşitlik, Kadeşlik” sloganını temsil eden ulusal bir simge olan Marianne‘in temsilcisi olarak seçilen ilk kişiydi. Bardot, Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün sözleriyle, “Renault otomobilleri kadar önemli bir Fransız ihracatı” hâline de gelmişti. Fransız filozof Simone de Beauvoir ise Bardot’yu “mutlak özgürlüğün” simgesi olarak övmüştü. Beauvoir, 1959 tarihli Lolita Sendromu başlıklı denemesinde Bardot’yu “kadınlar tarihinin lokomotifi” olarak nitelemişti. Bardot, savaş sonrası Fransa’nın ilk özgürleşmiş kadınıydı ve Beauvoir, Bardot için “Onun mücevherleri, makyajı ve yüksek topukları küçümsemesi, kendini bir puta dönüştürmeyi reddetmesi demektir. Bu, kendini erkeklerle eşit kılma iddiasıdır ve toplumun gözünde onu bu denli tehlikeli kılan da tam olarak buydu” sözlerini kullanmıştı.

Popüler kültüre yön verdi
Bardot’nun etkisi sinemayla sınırlı kalmadı. Bikiniyi ana akıma taşıdı. İkinci eşi Jacques Charrier ile pembe pötikareli bir elbiseyle evlenmesi, sayısız kadın tarafından ânında benimsendi. Omuzları açık yaka modeli “Bardot yaka” olarak moda dünyasına girdi. Bardot, Fransız kız şıklığının vazgeçilmez bir parçası olan babet ayakkabıyı da hayata geçirdi. Bardot, 1950’lerde Paris’in en iyi bale toplulukları için bale ayakkabıları üreten Repetto’ya, bale ayakkabısının sokak giyimi için daha dayanıklı tabanlı bir versiyonunu yapıp yapamayacaklarını sordu. Bunun sonucunda Repetto’nun bale ayakkabılarının sokağa uygun modeli olan Cendrillon 1956’da satışa çıktı ve o zamandan beri en çok satanlar arasında yer alıyor. Ayrıca, Bardot, Andy Warhol, John Lennon, Paul McCartney ve Bob Dylan gibi pek çok sanatçının da ilham perisi oldu.

Renault otomobilleri kadar önemli bir Fransız ihracatı
Bardot, Fransa’nın en yüksek ücretli aktrisiydi, özellikle ABD’de “Her şeyimi Amerikalılara borçluyum” diyecek kadar ünlüydü. Ama o, oyuncu olarak ciddiye alınmak istiyordu. “Çok fazla oyunculuk fırsatım olmadı,” diye yakındı, “çoğunlukla soyunmak zorunda kaldım.” Avrupa’nın en saygın film yapımcılarının dikkatini çekmeye başladı ve Jean-Luc Godard’ın güçlü Yeni Dalga draması Le Mépris (Küçümseme)’deki performansıyla eleştirmenlerden büyük beğeni topladı. Ancak genel olarak, özellikle Fransa dışına ve Hollywood’a adım attığında, ortaya koyduğu işlerin kalitesi değişkenlik gösterdi.

Özgür kadın olmak seçim mi yük mü?
Bardot’nun özgür kadın figürü olması çoğu zaman yanlış anlaşıldı. Onun özgürlüğü politik sloganlardan değil, yaşama biçiminden geliyordu. Evlilikleri, aşkları, setlerden kaçışı, kameralar önündeki rahatlığı… Tüm bunlar, “kadın nasıl yaşamalı?” sorusuna meydan okuyan bir duruştu. Alman milyoner Gunter Sachs yaptığı üçüncü evliliğin ardından bir dizi sevgilisi oldu, alışılmadık bir şekilde Sean Connery’yi reddetti, hayatı boyunca 100 sevgilisi olduğunu söyledi. Ama bu özgür ve hızlı yaşamın da bedeli vardı. Bardot, şöhretin getirdiği baskıyla erken yaşta tükenmişlik yaşadı. 50 filmde yer almasının ardından sinemayı 39 yaşında tamamen bırakması da aslında bu yükün bir sonucuydu. Kendi ifadesiyle, insanlar Brigitte Bardot’yu seviyordu ama Brigitte Bardot’nun kendisini kimse gerçekten dinlemiyordu. 1973’te, şöhretinin zirvesindeyken sinemaya sırtını dönen Bardot’nun artık tüm enerjisini adadığı tek bir amacı vardı: Hayvan hakları.

Hayvanlara olan tutkusunun ardında kalp kırıklıkları var
Efsane aktrisin kurduğu vakıf ve yürüttüğü kampanyalar sayesinde özellikle Fransa’da hayvanlara yönelik şiddet ve kötü muamele konuları daha görünür hâle geldi. Bu yönüyle Bardot, popülerliğini “iyi bir amaç” için kullanan ender yıldızlardan biri olarak anıldı. Bardot, hayvanlar için kaynak yaratmak amacıyla sahip olduğu pek çok eşyayı açık artırmada sattı. Bunlar arasında 1966’da, üç yıl süren kısa evliliği sırasında, üçüncü eşi Alman milyoner Gunter Sachs’ın kendisine hediye ettiği mücevherler de vardı. Üstelik, Bardot alyansını sattıktan sonra Sachs onu bulup eski eşine geri bile vermişti. Bardot, bazı ülkelerin liderlerine mektup yazıp hayvan politikalarını eleştirecek kadar hayvan haklarına tutkuyla bağlıydı. Bardot’nun bu tutkusu bazen “aşırı” olarak görülüyordu. Ancak, ünlü aktris bir keresinde “Hayvanlar beni hiç yarı yolda bırakmadı. Onlar da, tıpkı kariyerim boyunca benim olduğum gibi, kolay hedefler. Bu yüzden birbirimize benziyoruz. Onları seviyorum” diyerek bu sevginin nedenine kapı aralamıştı. Evet, hayvanlara olan tutkusunun ardında kendi hayatındaki kalp kırıklıkları vardı.
Radikal dönüşüm
Bardot’nun kamuoyundaki imajı tam da hayvan hakları aktivistliğini yoğun bir şekilde yaptığı dönemlerde keskin biçimde değişti. Bardot, yıllar içinde göçmenler, İslam, Fransız kimliği, eş cinsellik ve Me Too hareketi hakkında yaptığı sert açıklamalarla büyük tepki topladı. Hakkında açılan davalar, para cezaları ve “ırkçı söylem” suçlamaları, onu bir özgürlük ikonundan tartışmalı bir figüre dönüştürdü. İşin ironik yanı şu: Gençliğinde kalıpları yıkan, normlara başkaldıran Bardot, yaş aldıkça değişimden rahatsız olan bir figüre dönüştü. Bu da onun hikâyesini daha insani ama aynı zamanda daha çelişkili kılıyor.
Özür dilemeden özgür
Brigitte Bardot’yu tek bir cümleyle tanımlamak zor. Bardot, henüz 39 yaşındayken sinemadan ayrıldığında, kendini zamana sabitledi. Stil mirası, içgüdüsel, şehvetli ve her şeyden önemlisi, özür dilemeden özgür hissettiren bir kadınlık vizyonu var. O hem kadın özgürlüğünün sinemadaki yüzü, hem şöhretten kaçan bir ruh, hem de kendi sözleriyle kendini zor durumda bırakan bir figür. Belki de Bardot’nun asıl önemi “kusursuz bir rol model olmamasında” yatıyor olabilir. O, çelişkileriyle var olan, zamanının ilerisinde olduğu kadar zamanına yenik düşmüş bir kadın. Ve belki de bu yüzden hâlâ konuşuluyor.
Fotoğraflar: Getty Images