Yasın dipsiz kuyularda gizlenen kederini bir çocuk kitabında bulmayı beklemiyordum. Jenny Valentine’ın benim için başka planları olduğundan da habersizdim açıkçası. Senden Önce Senden Sonra, birkaç ay önce hayatımıza giren YUZU Kitap’ın yayımladığı ilk romanlardan biri. YUZU Kitap’ın gönlümü bunca çelmesi hakkında muhtelif yerlerde tartışmalara katıldığımı da okurlara açık yüreklilikle duyurmaktan onur duyuyorum. Birleşik Krallık merkezli çocuk kitabı yazarı Jenny Valentine’ın yeni romanı Senden Önce Senden Sonra. Sonsuz düşlere kapılmaktan usanmayan hayalperest ruhlar için kaleme alıyor Jenny Valentine. Ölüm ve yaşam arasında bir hikâye anlatıyor. En sevdiğim. Yakın arkadaş olan Mab ve Elk’in, bir kayıpla değişen hayatları ikiliyi hiç beklemedikleri bir yolculuğa çıkarıyor. Rotalarında bir keşif var. Elk, gün geçtikçe dönüştüğü yerde renklenen bir mutsuzluk sarmalının içine sıkışıyor. Çıktığı yer, aydınlık ve temiz. Jenny Valentine, dönüştürücü ve sorgulayıcı bir dil kullanırken okuruna insaflı davranıyor. Yine de sormaktan kendimi alamıyorum: En iyi arkadaşımı kaybetmek nasıl bir his olurdu acaba? Bir kaybın yol açtığı yıkımı ezbere bilsem de hayatımın Mab’ini henüz kaybetmedim. Ama zaten Mab’lerimin sayısı o kadar çok ki. Beni çok sinir eden, sonra çok göz ardı eden, benim asla sevgimden ödün vermediğim, en iyi arkadaşlarım. Şimdi bir uçurumun kenarında durup hayal kuruyorum. Jenny Valentine’ın beni sorgulara ittiği gibi ben de ona soruyorum. 

Senden Önce Senden Sonra
Jenny Valentine
Çevirmen: Mustafa Kent
YUZU KİTAP
208 s.

Senden Önce Senden Sonra, yas, ölüm, yabancılaşma ve anksiyete gibi oldukça ağır konulara temas ediyor. Her birini kapsamlı bir perspektiften ele alıyorsun, karmaşık ilişkileri ve büyüme sancılarını keşfediyorsun. Bu temaları genç yetişkin okurlara anlatırken hem yol gösterici hem de öğretici olmanın önemli olduğunu düşünüyor musun?
Aslında yazmaya bu fikirle başlamıyorum. Genç yetişkinlere yönelik yazarken takip ettiğim özel bir kural listem yok. Hatta yasla ilgili bir kitap yazmayı bile amaçlamadım. Sanırım öncelikle bir hayalet hikâyesi yazmak istedim ve bir hayalet olmanın, bir hayaleti tanımanın ne demek olduğunu düşünmek istedim. Böylece Mab ve Elk’in hem birlikte hem de ayrı bir şekilde bu temaları keşfetme fırsatları oldu. Hikâyenin kendisi bunu talep etti, ben değil. 

Çocukken kurduğumuz dostluklar o kadar derin, o kadar özel oluyor ki kimliğimizin ayrılmaz bir parçasına dönüşüyorlar. Mab ve Elk arasındaki sarsılmaz bağ da okurda böyle hisler uyandırıyor. Ölüm hayatını kaybeden kişi için mi zor, geride kalanlar için mi?
Bu soruyu çok sevdim. Sanırım, ölümden sonraki yaşama ilişkin inancınıza bağlı. Biz kaybın ne hissettirdiğini ancak bulunduğumuz yerden, gerçek dünyadan yani, biliyoruz. Benim yas deneyimim de oldukça gerçek dışıydı, mantıklı gelmiyordu. Eğer ölümün bir son olduğunu düşünüyorsanız, bu durumda hiçbir şey hissetmezsiniz. Eğer inançlı bir insansanız, o zaman ölümden sonraki yaşama dair umutlu hissedebilirsiniz. Ben belirsizlikten memnunum. 

Gözlemci bir bakış açın var, karakterlerin duygularını derinlemesine anlatıyorsun. Kitabı okurken Elk’in en gizli düşüncelerine yer veren bir günlüğe erişim sağlamış gibi hissettim. Bu küçük, samimi anları, aşk, kayıp ve yas gibi büyük, evrensel temalarla nasıl dengeliyorsun?
Elk’in kafasında kalıyorum, hepsi bu.

Kitapta ölümü “her yerde ve hiçbir yerde” olma hâli olarak tanımlıyorsun. Bu arada kalma hâli, yasın hayatımızdan tamamen kaybolmadığını anlatmak için kullandığın bir yansıma mı?
Bu ilginç bir fikir. Açıkçası bunu düşünmemiştim ama fark ettiğiniz için sevindim ve bunun üzerine düşünmemi sağladığınız için de teşekkür ederim. Benim için bu, daha çok ‘Nereye gideriz?’ sorusunun bir yansımasıydı. Ölünce nereye gideriz? Evrenin kendisi değişmiyor, dolayısıyla fiziksel olarak öyle ya da böyle hâlâ burada olduğumuzu söyleyebiliriz. Diğer parçamızın nereye gittiğini ise kim bilir?

Elk’in ailesi hikâyede önemli bir rol oynuyor. Elk’in her zaman yanındalar. Öte yandan Elk ölümle yüzleştiğinde, Mab’in yanında huzur buluyor, ailesinin yanında değil. Sence kriz anlarında ailemizden duygusal destek görmekle, yakın bir arkadaştan yardım istemek arasında fark var mı?
Bir doğduğumuz aile, bir de sonradan edindiğimiz aile var. İdeal bir senaryoda bunlar birbirleriyle uyum içinde çalışır, rekabet hâlinde değil. Arkadaşlar arasında, ailende bulamadığın bir dürüstlük seviyesinin olduğunu düşünüyorum; olmanız gereken kişiyle değil, olduğunuz kişiyle alakalı bir dürüstlük bu. Hikâyede, Elk, Mab’le huzur buluyor çünkü Mab hem var hem yok. 

Hikâyeyi neden yalnızca Elk’in bakış açısından anlatmayı tercih ettin?
Hikâyeyi anlatırken Elk’e çok yakın olmam gerekiyordu. Her şey onun üzerinden anlatılmak zorundaydı. 

Senin hayatında bir Mab var mıydı?
Tabii ki.

Okurken sürekli “Ya şöyle olsaydı?” diye sordum kendime. Farklı olasılıkları hayal ettim. Elk ve Mab birlikte üniversiteye gider miydi? Elk ve France’in bir geleceği olabilir miydi? Eğer ölüm araya girmeseydi, hayatları nasıl şekillenirdi? Okuyucuların aklında bu tür bir olasılık hissi bırakmayı amaçladın mı yoksa “Ne olabilirdi?” hissi ölümün doğal bir sonucu mu?
Açık uçlu sonları gerçekten seviyorum, bilinmezliğin verdiği hissi ve onunla birlikte gelen tüm olasılıkları. Karakterler için alternatif bir gelecek düşündüğünüze sevindim. Bu, onların içinize işlediği anlamına geliyor ve istediğim şey de tam olarak buydu.  

Hikâyenin sonunda hem Elk hem de Mab, yaşam ve ölüm gerçeğini kabul ediyor. Bu ortak kabul, okurun ölümün duygusal ağırlığını anlamasına nasıl yardımcı oluyor?
Her şeyin bir karşı denklemi var ve bu hikâyede ölümün sadece hüzün ve acı olarak değil, aynı zamanda hayatta olmanın getirdiği mutluluk, güzellik ve duygusal bağlarla da hissedilmesini umuyordum. France’ın dediği gibi, ‘Yas, yönü olmayan bir sevgidir.’