Berkay Ateş’le Hakikat, Elbet Bir Gün oyunu üzerine
2018 yılı. O dönemde şimdiki kadar sık olmasa da oyun izliyorum. Henüz bir köşem yok. Kendime izliyorum yani. KAFA dergisinde editörüm ama. Tiyatro yazacak isim arıyoruz. Ekipten bir arkadaşım “Sen de oyun izliyorsun bir dener misin?” demişti. İşte bu oyun o denemenin ilk mahsullerinden. Belki sadece Berkay’ın hayatında değil benim hayatımda da kişisel bir önemi var. Böyle bir oyuna da böyle bir dramatik giriş yakışırdı. Hakikat, Elbet Bir Gün 28 Haziran’da Cemal Reşit Rey Konser Salonunda final yapıyor. Yedi yıl boyunca gönüllere taht kuran oyunun yolculuğunu Berkay Ateş’le konuştum.

7 yıl boyunca sahnelenen Hakikat, Elbet Bir Gün 28 Haziran’da sahneye veda edecek. D22’nin en uzuk soluklu oyunu oldu. Geriye dönüp baktığında nasıl hissediyorsun?
Evet, D22’nin bugüne kadar sahnelenmiş en uzun soluklu oyunu oldu. Yolculuğa başlarken bu kadar süreceğini tahmin etmezdik ama şimdi 7. yılında 28 Haziran’da Cemal Reşit Rey Konser Salonunda veda edeceğiz. Geriye dönüp baktığımda böyle bir ekiple böyle bir yönetmenle çalışıp binlerce insana ulaştığı için kendimi şanslı hissediyorum. Biz oyunu hem yurt içinde hem yurt dışında turnelerde oynadık. Çok fazla ödül aldık. Bunun dışında hayatımda da enteresan ve kıymetli bir yere sahip oldu.
Bu oyunu ilk kez sahnelediğin günle, son kez sahneleyeceğin gün arasında kişisel olarak nasıl bir dönüşüm yaşadın?
Hakikat, Elbet Bir Gün, benim yazarlık hayatımda da bana çok şey öğreten bir oyun oldu. Bundan evvel yazdığım Sessizliğe Vurun isimli kitabımda yer alan diğer oyunlarda olay örgüsünün daha lineer aktığı, karşılıklı diyalogların çok daha fazla olduğu hikâyeler, oyunlardı. Fakat Hakikat, Elbet Bir Gün bir distopya. Cümlelerin normal konuşma dilinden daha farklı, ileriye ve geçmişe dönüklerin fazla olduğu bir oyun. Hikâyenin bir distopya olarak kurulması benim o dönem yaptığım okumaları ve hayal dünyamı genişletti. Prova döneminde oyuncu grubuyla beraber doğaçlamalar yaptık. Önceki oyunlarda yapmamıştık. Oyunun yaratım sürecinde de yazarken de sahnelenme biçimi, sahnelenme şekilleri, nasıl oynanacağına dair kafamda bir fikir yoktu. Benim için hayal edebilme potansiyeli aslında bu değişik kurgusal yapısını ve anlatım biçimini zorluğuydu. Bittiğinde Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldığımızda, Seçkin Selvi “Nasıl sahneleyeceksiniz?” diye sormuştu. Hocanın bu sorusu çok doğruydu. Çünkü bizim de kafamızda yoktu. Serkan Salihoğlu gibi çok başarılı, açık fikirli bir yönetmenle çalıştık. 80’den fazla farklı karakterin olduğu metni beş oyuncuyla birlikte hem de bir buçuk saatte anlatabilmeyi başardı. Seyirci açısından da yeni bir deneyimdi. Takip açısından farklılıkları ve zorlukları olsa da sonunda birbirine bağlandığı bir yapısı var. Oyunda denediğim kurgusal yapı ve anlatım biçim daha sonra sahnelediğim Uykusuz Bir Rüya, Salim’de de yazarlık anlamında devamını getirdiğim bir durum oldu.
Hakikat, Elbet Bir Gün senin hayatının neresinde?
Bizim için büyük bir kırılmanın yaşandığı oyun oldu. Sadece ödüller almak ya da beğenilmek değil, tiyatro biçimi olarak neyi nasıl anlatacağımızın özgürlüğünü sağladı. Bu yüzden de tiyatro özgür ve hayatın son nefesine kadar devam edebilecek bir sanat. İstediğiniz bir şeyi büyük bir özgürlükle anlatabiliyorsunuz. Bu anlamda Hakikat, Elbet Bir Gün ufkumuzu açtı. Oynadıkça yaşadık. Bu yüzden geriye dönüp baktığımda hayatımda yaptığım en güzel şeylerden biri olarak tanımlıyorum. Tabii burada harika bir ekiple çalıştık. Tasarımcı ekibiyle, asistanlarıyla… Oyunda yer alan ve ilk defa çalıştığımız oyuncu arkadaşlarımız Seda Türkmen ve Gizem Erdem’le. Biz zaten üçümüz (Can Kulan, Emir Çubukçu) devam ediyorduk. Seda ve Gizem’in dahil olması oyunu hem yazar olarak hem oyuncu olarak pozitif anlamda sınırları zorladığımız bir yere getirdi. Provalar döneminde çıkarttığım, değiştirdiğim, yeniden yazdığım yerler oldu. İlham vericiydi. Benim hayatımdaki güzel bir dönüm noktalarından biridir.
Oyunu hiç bilmeyen biri için nasıl anlatırsın?
Oyun, ölmek üzere bir gencin bütün o gece yaşadıklarını anlattığı bir mektubun tamamı. Annesinin elinde ve annesinin bir adalet arayışı var. Mektup bir delil, bir kanıt. Yaşadığı olayların getirdiği bütün sarsıntıyla birlikte mektubu; kargalarla, damlalarla, bir ayıyla, yağmur damlalarıyla, mazgalda yaşayan bir şairle, bir balıkçıyla, bir spikerle anlatmayı tercih ediyor. Aslında her şey bu kadar gerçek yani distopyanın distopya olmaktan çıktığı bir zamanda yaşıyoruz. Oyun, bugün Türkiye’de ve dünyada bir yere oturuyor. O yüzden de oynamak istedik. Tam da aslında bugünü anlatan bir şey. Neyin ne olduğuna şaşırdığımız, yorulduğumuz, yorulup devam ettiğimiz bir nefes yaşıyoruz. Hakikat, Elbet Bir Gün de tam bu nefeslerin birleşimi. Bu yüzden de o mektup hepimizin cebinde. O mektubun arayışı; biz oyunu oynadığımız saatte bir yerlerde olacak. Bir adliyede, bir evde, bir sokakta.
Hem oyuncusu hem yazarı olarak bulunuyorsun. Bu iki tarafı aynı anda taşımak nasıl bir deneyimdi? Zorlayıcı mıydı yoksa özgürleştirici mi?
Daha önce de böyle yer almıştım. O zaman çok daha fazla zorlanıyordum. Bazı kelimelere, cümlelere sarılıyordum. Bazı durumları değiştirmekten biraz imtina ediyordum ama yıllar içerisinde hem oyuncu hem yazar olarak yaptıkça bir güven geliyor ya da daha özgür bakmaya çalışıyorsunuz. Daha dışarıda durmaya çalışıyorsunuz. Hakikat, Elbet Bir Gün’de de tartıştığımız noktalar oldu. Çıkarmamız gereken, yeni yazdığım noktayı koymamız gereken. İyi ki de öyle oldu. Artık çok daha fazla dışarıdan bakabiliyorum. Bunun daha tecrübeli bir hâlini Yiğit Sertdemir’in yönettiği benim yazıp oynadığım Uykusuz Bir Rüya, Salim’de yaşadık. Hocanın yönlendirdiği birçok şeyle birlikte aslında dışarıdan baktım, çıkardım, ekledim, yerini değiştirdim. Kitapta da öyle yer alıyor. Bunun çok zorlayıcı bir tarafı var hele de oynuyorsanız. Zihninizi ayırmak, duygularınız ayırmak çok daha güç olabiliyor. Sanırım hikâyeyi böyle anlatmayı da seviyorum. Artık metin tamamlandıktan sonra biraz yazarlıktan çıkarak çok daha fazla oyunculuğa yönelmek istiyorum. Yazarı başka bir kişi olarak konumlandırıyorum. Bu yüzden de bu benim için artık korktuğum değil heyecanla beklediğim ve arzuladığım keyif alarak o süreci yaşamak istediğim bir durum oluşturuyor. Bu oyunların gerçekten prova dönemlerini çok daha fazla seviyorum.
Tiyatronun bugünü ve yarınına dair gözlemlerin neler? Hakikat, Elbet Bir Gün’ün bu bağlamda özel bir yeri olduğunu düşünüyor musun?
28 haziranda oyuna gelenler izleyecek ki hayat sadece duygularımızdan da ibaret değil. Doğanın bütün bileşenleri var. Ağaçlar var, hayvanlar var, sular var, hava var. Hayatın bütün diğer hayalleri var. Ümitsizlikler var, insanlar var. Hakikat bunların tamamıydı. Hakikat kelimesi girdi hayatımıza. Geçen gün prova yaparken konuştuk. Nerede biri “hakikat” dese oyun aklımıza geliyor. Hakikat, Elbet Bir Gün süreci aslında bir şekilde bitmeyen bir oyun. Bu arayış bitmedi. Hakikatın elbet bir gün ortaya çıkabilmesini sağlayacağı çok şey var. Oyun bunun bir sözü olmuştu. Bu yüzden devam edecek aslında. Belki kitap okunmaya devam edecek belki insanların zihninde yankılanmaya devam edecek.
Oyuna dair, kimsenin bilmediği ama senin için çok özel olan bir anı paylaşır mısın?
Oyunun prova döneminde ve oyunu yazarken çok farklı müzikler dinliyordum. Genelde öne çıktığı bazı anlarda ve son bloğa doğru Gevende’nin “Ağlaya Ağlaya” şarkısını dinliyordum. Daha sonra oyunla ilgili müzika arayışını konuşurken bir gün WhatsApp grubuna “Oyunun size hatırlattığı şarkılar, hissiyatınızı karşılayan şarkılar neler?” diye. Herkes bazı şarkılardan bahsetti. Provanın üçüncü haftası falan. Hiç unutmuyorum. Bakırköy’den metrobüsle dönüyorum, yolun ortasında bir yerdeyim. Akşam saati. Yönetmenimiz Serkan Salihoğlu’nun Gevende’nin “Ağlaya Ağlaya” şarkısını attı. O an çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Hiç bahsetmemiştim çünkü. Daha sonra da sevgili Ahmet Bilgiç’le konuştuk. Gevende ekibi şarkıyı bize verdi ve bizde oyunun finalinde Ağlaya Ağlaya’yı söyledik. Çok güzel ve etkileyici bir andı.
Bu oyunu izleyen, sana eşlik eden herkese son perde inmeden ne söylemek istersin?
Eşlik eden herkese şunu söyleyebilirim: Bütün bu süreçte herkes özveriyle, yaratıcılığıyla çalıştı. Bir oyunun güzel olması için her şeyinin güzel olması gerekir. Başak Özdoğan, Cem Yılmazer, asistanlarımız Tara, Derya. Dramaturgumuz Aslı Ceren Bozatlı ve diğer bütün oyuncu arkadaşlarım hepimizi bu oyunun iyi bir yere gelmesi için çok çabaladık. Bunu da çok sesli olarak yaydık. Bu yüzden eli dokunan herkese kendi adıma çok teşekkür ederim. Hakikat arayışımız da sürüyor, elbet bir gün.