Bazı anlatılar kahramanlık hikâyeleriyle büyülerken, bazıları gündelik hayatın sıradanlığına ayna tutar. Gibi ise her iki uçtan da bilinçli biçimde uzak durdu. Ne bildiğimiz güçlü kahramanları vardı ne de olayları epik bir anlatıya dönüştürme çabası. Tam tersine, gündelik hayatın önemsiz ve küçük meselelerini, karakterlerinin orantısız, abartılı ve yer yer trajik tepkileri aracılığıyla absürt bir evrene taşıdı. Bu yönüyle yalnızca bir televizyon dizisi değil, modern absürt mizahın yerli bir yorumu ve anlatı biçimlerinin parodisi olarak da değerlendirilebilir.

Dizinin temel yapıtaşı, sıradan karakter + sıradan olay + epik tepki üçlemesidir. Gibi‘nin en dikkat çekici yanı, gündelik olaylara verilen bu ölçüsüz tepkilerdir. Kıyafet stilinde değişikliğe gitme isteği (vatka), okul müsameresindeki bir kostüm, bir mesajın atılıp atılmaması gibi meseleler, karakterler için âdeta bir sosyal düzen krizine dönüşür. Bu abartılı ciddiyet, Henri Bergson’un “mekanikleşmiş insan” tanımıyla örtüşür. Karakterler, olaylara özgün yanıtlar vermek yerine ezberlenmiş sosyal reflekslerle hareket eder. Bu tekrar, onları hem tanıdık hem de gülünç kılar.

Absürt komedinin temel unsurları olan mantık dışılık, iletişim kopukluğu ve nedensellik bozukluğu, Gibi’nin hemen her sahnesine işlemiştir. Karakterler uzun diyaloglar kurar ama bu diyaloglar bir çözüme değil, giderek büyüyen bir boşluğa hizmet eder. Eugène Ionesco’nun tiyatrosundaki gibi konuşmalar bir anlam üretmez; tam aksine, anlamın imkânsızlığını gösterir. Bu durum yalnızca komik değil, yer yer boğucu bir yabancılaşma duygusu yaratır. Albert Camus’nün “absürt” tanımında olduğu gibi, Gibi karakterleri de sürekli bir anlam arayışındadır: haklı çıkmak, değer görmek, saygı görmek isterler. Ancak bu talepleri karşılayacak bir dünya yoktur.

Dizideki dil  kullanımı da bu yabancılaşmayı derinleştirir. Karakterler reklam diline özgü, abartılı ve sloganvari ifadelerle konuşur. Bu dil, gündelik hayatın sıradan bağlamında grotesk bir şekilde yankılanır. Gerçek hayatla örtüşmeyen bu büyük ve iddialı ifadeler, karakterlerin yaşadığı küçük olaylarla yan yana geldiğinde komedi doğar. Reklam dilinin idealize edilmiş ve çoğu zaman gerçekle bağdaşmayan iddiaları, dizide sıradanlıkla çarpıştırılarak parodileştirilir. Böylece dizi, yalnızca absürt mizah değil, aynı zamanda tüketim kültürünün ve iletişim kalıplarının da eleştirisini sunar.

Dizinin anlatı yapısı klasik dramatik yapıyı reddeder. Çatışmayla başlayan bölümler, çözüme değil, yine saçma bir düğüme evrilerek sonlanır. Bekleyiş vardır ama gelen olmaz, konuşma vardır ama anlam yoktur. Gibi, bunları yerli ve tanıdık mekânlarda yapar: apartman toplantıları, veli grupları, vb gibi gündelik alanlar absürdün sahnesine dönüşür. 

Bazı bölümler, bu katmanları daha da belirginleştirir. “Bej” bölümünde bir çocuğun okul müsameresinde arı kostümünü giymesi için verilen mücadele, neredeyse diplomatik bir savaşa dönüşür. Sonunda bir müsamere, öğretmene verilen rüşvetler, hırslar ve kendini ispat çırpınışları ile daha da manasız bir hâl alır. “Erasmus’la Gelen Yamyam” bölümünde de Ersoy’un “Bize hiçbir şey nasip olmuyor ya… bak benim yemeye geldiğim adamı yolda yemişler” sözü dizideki iç içe geçmiş saçmalık duygusunu özetler gibidir.  

Gibi’nin başarısının arkasında yalnızca yapısal ve biçimsel tercihleri değil, aynı zamanda oyunculuğu da vardır. Feyyaz Yiğit, Kıvanç Kılınç ve Ahmet Kürşat Öçalan’ın oluşturduğu üçlü, mizahı abartıdan değil, içtenlikten üretir. Karakterler komik olmaya çalışmaz; aksine meseleye ciddiyetle yaklaşırlar. Bu da dizinin absürtlüğünü daha etkili kılar.

Gibi, türsel sınırları zorlayan, güçlü bir anlatıydı. Kendi anlatı ritmini ve tonunu oluşturmuş özgün bir yapıttı. Yalnızca kahkaha vadetmedi; aynı zamanda izleyiciyi kendi gündelik yaşamı, dili ve tepkileri üzerine düşündürdü. Anlatı türleri üzerine çalışan akademisyenler, mizah araştırmacıları ve yaratıcı yazarlar için Gibi, bu yönüyle anlatının sınırlarını yeniden düşünmeye davet eden zengin bir laboratuvardı.

Gibi, türsel sınırları zorlayan, felsefi alt metinleri gündelik mizahın içine yediren özgün bir anlatıydı. Kendi anlatı ritmini ve tonunu oluşturmuş bir yapım… Yalnızca kahkaha vadetmedi; aynı zamanda izleyiciyi kendi gündelik yaşamı, dili ve tepkileri üzerine düşündürdü. Absürt mizahın temelinde yatan orantısızlık ve tekrar duygusu, dizide yeniden kuruldu. Dilin anlam üretmek yerine boşluk yarattığı anlar, karakterlerin haklılık arayışıyla birleşerek rahatsız edici bir komedi yarattı. 

Gibi, iletişimin tıkanıklığı ve sosyal davranışların otomatikliği üzerine düşünenler için dikkate değer bir örnek olarak kalacak, yıllar sonra dahi izlenmeye devam edecek.