Dünyada adalet var mıdır? Adalet açlıktan ölmek istemeyen aslanın mı yanındadır yoksa su içerken pusuya düşüp parçalanan geyiğin mi? Kuraklık yüzünden yağmur duasına çıkan çiftçi mi haklıdır yoksa tarlasını sel bastığı için bütün mahsulünü kaybettiğinden yağmura lanet eden çiftçi mi? Hangi tarafın evlat acısı gerçektir? Çizginin bu tarafında savaşanların mı öbür tarafındakilerin mi? Çizginin hangi tarafının iyi olduğunu tayin eden adalet terazisinin hileli olup olmadığından nasıl emin olacağız? Dünya, burayı adaletsiz bulup gereken adaleti tesis etmeye çalışanlarla dolu bir yerdir. Peki, onların adaletinin hak olduğunu bilebilir miyiz? Devletler, kanunlar, dinler, gelenekler, yönerge ve tüzükler, toplumca üzerinde mutabakata varılmış rol ve görevler hep adaleti sağlamanın peşindedir. Çünkü biz insanlar, ömrümüzün, dünyanın zamanı karşısında dikkate bile alınmayacak kadar önemsiz olduğunu içten içe bildiğimiz için soluk alıp verdiğimiz bu gezegende adaletin olmadığına inanırız. Bu küçük, kısa ve bir asır sonrasına izi kalmayan uçucu hayatlarımızı bile irili ufaklı haksızlıklara uğrayarak yaşamak zorunda kalıyorken adaletin varlığına nasıl inanabiliriz? Adalet, insan aczinden kaynaklanan romantik bir beklentiden fazlası değildir o halde. Arada bir çakıp sönen bir fenerin ışığını güneş doğuyor sanmaktır.

***

Dünyada adalet olsaydı bunu en çok insanlar görürdü. Beş yüz metre karelik ağaçlık alanın için hayatını ortaya koyan gencecik insanlarla, site yapmak, tatil köyü inşa etmek, maden ocağına dönüştürmek için ormanlara, el değmemiş koylara, bakir arazilere kıyanlar arasında bir adalet dengesi muhakkak olurdu. Gencecik bir kız, hayatında daha birçok şeyi hiç yaşayamamışken korkunç bir hastalığın eline düşüyor, onunla üç kez çarpışıp galip geliyor, bacağını kendi elleriyle toprağa gömüyor; yine de umudunu son güne kadar kaybetmeden aynı illetle boğuşanlara, ailelerine moral vermeye uğraşıyor. Fakat dünyanın adaletinin onu daha yirmi bir yaşındayken aramızdan almayı uygun görmesine rağmen, binlerce gencin birinci dereceden katili, toplu kıyım ve işkencelerin ilk elden mesulü olan bir herif, doksan yedi yaşında, rahat yatağında bir tek celse mahkemeye bile çıkmadan ölüyor. Doksan yedi! Bu, dünya adaletinin o pırıl pırıl kız çocuğuna yetmiş altı yıl borcu var demektir.

***

Hukuk ve adalet aynı şey değildir. Aralarındaki fark ölümcüldür. Hukuk egemenlerin, hükümlerini sürdürmek için dizdiği kuralların bütününe denir. O yüzden de hep egemenler lehine işler. Onlar istediğinde en büyük suçlar suç, en yakıcı günahlar günah olmaktan çıkıverir. Yalnız onlar için. Eğer üzerinde egemenlik kurulanlar arasındaysanız, hakimiyet kimde olursa olsun siz hep hukuka “maruz bırakılan” tarafta olursunuz. Oysa adalet kimliksizdir. Adalet dünya üzerinde insan, hayvan ayırmaz; din, dil, ırk, sınıf, tahsil gibi dünyevi kimliklerin hiçbirini dikkate almaz. Biçtiği bütün ekinleri aynı boyda anızlara çeviren biçerdöverler gibidir o. Herkese eşit davranır. Belki herkes aynı acıyı duymaz, aynı ferahlamayı yaşamaz adalet karşısında. Ama o bunu da umursamaz. Çünkü adına ister karma deyin, ister ilahi adalet, ister rövanş; adalet sınırsız ve evrenseldir. İki örnek daha vereyim. Bir gazete çalışanı, kocalarının davalarını izleyen kadınlarla alay edip eğlenmiş, “Ha ha ha, keşke şimdi haber merkezinde olacağıma Silivri’de olsaydım,” diye yazmıştı Twitter’da. Muhtemelen insanların adalet çağrılarını kaydeden sonsuz bir alıcı var. O alıcı devreye girdi ve bu gazeteci hanımefendi, hakikaten de eğlendiği insanları yargılayan hakimlerin karşısında buluverdi kendini, Silivri’de. Bu adalettir.

Öte yandan, gencecik, klişe tabirle hayatının baharında bir kadın akademisyen, kopya çekerken yakalanan öğrencisinin dersle ilgili “kıyak” talebini reddederek görevini yaptığı için güpegündüz, üniversitedeki odasında, -evet bir sürü x-ray cihazından falan geçerek girilen üniversitede- silahla vurularak katledildi. Maktulün adını vermiyorum, ailesini incitmemek adına. Ama herkes kim olduğunu biliyor, hatırlıyor ve unutmayacak. Bunun üzerine öğretmenini katleden saldırgan öğrenci, “Benimle ilişkisi vardı/beni taciz ediyordu, o yüzden yaşandı böyle bir şey,” dedi mahkemede. Yeni evli genç bir kadını öldürdüğü yetmiyormuş gibi onun üzerine kara, kapkara bir iftira atmaktan da hiç hicap duymadan. Sonra bir avukat çıktı ortaya, katili savunmak için. Pekala, savunma hakkı kutsaldır, ona eyvallah. Ama bu avukat ne dedi biliyor musunuz? “Sevgili gençler, biliyoruz ki yüksek not vaadiyle falan hocalarınız sizden faydalanmak isteyebiliyor, sizi kötü amaçlarına alet edebiliyor, falanca kanunun falanca maddesine göre bu suçtur tamam mı?” Bakın işte bu da hukuktur. Katilin, göz göre göre, güpegündüz işlenmiş bir cinayetin sorumlusunun, “yasalardaki kovuklara sokuşturularak” aklanmaya çalışılması; hukuk budur. Ama adaletin tecellisi, çoğu zaman, geç bile kalsa yetişir.

***

Hukukun simgesinin adalet tanrıçası Themis olduğuna dikkat etmişsinizdir. Adliyelerin önünde heykelleri bulunur, hukukla ilgili kurumların logolarında sık sık kullanılır. Bu, bir kadındır. Gözleri bağlıdır, bir elinde terazi diğerinde ise kılıç tutar. Roma panteonundaki adı Iustitia olan bu tanrıça, kimi batı dillerindeki adalet, (justice, justicia, giustizia) sözcüğünün de kaynağıdır. Bizdeki adalet sözcüğü de Themis’in elindeki teraziyle akrabadır. Çünkü Arapçadaki “ayn, dal, lam” kökünden gelir ve bu kök denge demektir. Terazinin iki kefesi dengedeyse adalet var demektir. Her türlü ödül ve cezanın herkese eşit uzaklıkta olması, dengede durması adalettir. Bu yüzden de gözü bağlıdır adalet tanrıçasının. Elindeki kılıçla adaleti sağlar, herkese hakkını üleştirirken kimseyi görüp iltimas yapmasın, kimseyi kayırmasın diye. Gazetelerde, dergilerde sık sık karşınıza çıkar bu tanrıça. Hukukun ayaklar altına alınıp çiğnendiği kimi dava ve hadiselerde bu tanrıçaya tecavüz edildiğini gösteren çeşitli karikatürlere bıkmadan usanmadan yer verilir. Adaletin bir kadınla temsil ediliyor oluşu erkek egemen dünyada onun ancak tecavüzle ortadan kaldırılabileceği fikrini ateşler. Tecavüzün şakasının yapılması, şaka konusu edilmesi bile korkunç bir şeydir. Zaten genelde kamuoyu önünde tecavüzle ilgili espriler, şakalar yapılan ülkelerde hukuk ayaklar altına alınarak çiğnenir.

***

Adalete inanmak zora düştüğümüzde ortaya çıkıverecek bir süper kahramana inanmak gibidir. Biz hep ondan kahramanlık bekleriz oysa onun gerçekte var olup olmadığı bile şüphelidir. Bu dünyadan adalet beklemek çocukluktur.