Küresel ısınma, iklim krizi ve sürdürülebilirlik konuları bir süredir hem politika sahnesinde hem de sanat camiasında sık sık gündeme geliyor. 20 Eylül’de Borusan Contemporary’de kapılarını sanatseverlere açan Edward Burtynsky’nin Dönüşen Yeryüzü sergisi ise yukarıda bahsettiğim kavramlara “tepetaklak” bir bakış açısı sunuyor. Tepetaklak derken abartmıyorum çünkü, endüstriyel manzara fotoğrafçılığında dünyaca üne sahip Kanadalı fotoğraf sanatçısı Burtynsky’nin Türkiye’deki ilk büyük kişisel sergisi olan Dönüşen Yeryüzü, havadan çekilmiş fotoğraflarla insan faaliyetlerinin yeryüzünde bıraktığı “izleri” kalıplaşmış bir anlayışla değil, bambaşka bir yaklaşımla sunuyor. Borusan Contemporary’nin Perili Köşk binasında yer alan sergi, sanatseverleri hem estetik hem de düşünsel bir deneyime çıkarıyor. 16 Ağustos 2026’ya kadar açık olan ve 7 katta 7 temadan oluşan sergi, insanlığın doğa üzerindeki etkilerini çarpıcı bir şekilde sunuyor.

Marcus Schubert’in küratörlüğünü üstlendiği sergi, “Erozyon”, “Su ve Tuz”, “Afrika Çalışmaları”, “Doğa”, “Taş Ocakları”, “Berezniki Madeni” ve “Petrol” adlı temalardan oluşuyor. Bunlar arasındaki “Erozyon” ise özellikle dikkat çekici. Şöyle ki; Borusan, TEMA’nın da desteğiyle 2019 yılında sanatçıyla bir iş birliği başlatıyor. Burtynsky, Erozyon serisi için 2022 ilkbaharında Türkiye’de İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerini kapsayan iki haftalık bir keşif gezisine çıkıyor. Ekibiyle birlikte kara ve hava yoluyla 3 bin kilometreden fazla mesafe kat eden sanatçı, Türkiye’de erozyondan etkilenen ve erozyonun kontrolü için çeşitli uygulamalar yapılan alanları drone ve helikopter kullanarak fotoğraflıyor. Bu emeğin karşılığındaysa nefes kesici görüntüler ortaya çıkıyor. Sergi, Afrika, Avrupa, Amerika ve Asya kıtasından çeşitli ülkelerden kuş bakışı çekilmiş onlarca fotoğrafa da ev sahipliği yapıyor. Bütün fotoğrafların ortak noktası: binlerce yıldır yeryüzünde “var olma” mücadelesi veren insanın doğal kaynakları hayatta kalmak ya da paraya dönüştürmek için kullanması sonucu oluşan tahribat. Burtynsky, bu tahribatı yavan ve çok bilinir şekilde göstermiyor elbette. Havadan çekilen yüksek çözünürlüklü fotoğrafları birleştirerek bütünsellik elde eden Burtynsky’nin eserlerinde insan tahribatı ironik bir şekilde usta bir sanatçının elinden çıkan bir tablo gibi görünüyor. Örneğin, uzaktan estetik görünüşüyle sizi hayran bırakan bir fotoğrafa yakından baktığınızda bir maden sahasının çevreye bıraktığı toksik maddelere şahit oluyorsunuz. Ya da Rusya’nın Berezniki kentindeki potas madeninde dev bir deniz fosilini andıran spiral şekillerin de bir maden çıkarma yönteminin sonucu oluştuğunu fotoğrafı detaylı incelediğinizde anlıyorsunuz.

Ülkeler arası su anlaşmalarının sonucu ortaya çıkan kurumuş deltalar, Afrika’da sömürgecilik tarihinin gölgesinde işleyen maden alanları çarpıcı “tablolar” olarak karşımıza çıkıyor. Burtynsky, bunun yanı sıra, Çin ve Hindistan’da doğaya saygılı bir şekilde sudan yararlanmayı amaçlayan yöntemlere de farklı bir bakış açısı sunarak aslında insanın isterse sürdürülebilir çözümlerle doğadan faydalanabileceğini gösteriyor. Burtynsky, farklı tarihlerde oluşturduğu fotoğraflar için şöyle diyor: Havadan perspektif kullanımını geliştirdikçe, bu fotoğraflarda manzarayı iki ayrı yönüyle inceleyebiliyorum: bozulmamış, yerli yerinde duran ama içten içe kırılgan yeryüzü… ve sistematik kaynak çıkarımı nedeniyle insanlığın katman katman yardığı yeryüzü.

Nitekim, sergiyi gezdikten sonra Burtynsky’nin insanlığın hayatta kalma veya para kazanma pahasına dünyaya verdiği zararı ve bu zararın ne kadar “geri döndürülemez” olabileceğini çok naif bir şekilde anlattığını düşündüm. Burtynsky, dünyaya verdiğimiz zararı görsel kanıtlar veya didaktik söylemler yerine, yapmayı en iyi bildiği şekilde, sanatın naifliğiyle anlatıyor. Sanatın hamurunda umut da var… En nihayetinde umudu da eserlerine katıyor Burtynsky. Tahribata karşı mücadele edebileceğimizi, doğaya saygı duyarak yaşayabileceğimizi de anlatmaya çalışıyor. Salt kötümserlik yerine umudun da var olduğunu anımsatıyor.

Sergi bitiminde dünyanın her ne kadar sert kabuğa sahip olsa da insan kadar kırılgan olduğunu ve zorlu yaşam şartlarına rağmen kalbini kırmadan, ne olursa olsun “ona iyi davranarak” yaşamanın ne kadar kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Borusan Contemporary Direktörü Dr. Kumru Eren ile yaptığım söyleşiyi de ekleyerek Dönüşen Yeryüzü sergisini mutlaka görmenizi öneriyorum.

Sanatçı, endüstriyel dünyanın doğaya olan etkisiyle ilgili uzun bir süredir çalışmalar yürütüyor bu sergide 7 temadan birinin özellikle Türkiye’deki erozyonla ilgili olması çok dikkat çekici…

Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu 2014’ten bu yana her yıl temasını Türkiye coğrafyasının doğal, kültürel ve tarihî zenginliklerinden alan konular üzerine uluslararası fotoğraf sanatçılarına sipariş projeler ürettiriyor. Burtynsky, geniş formatlı endüstriyel ve doğa fotoğraflarıyla halihazırda bizim koleksiyon sanatçımız ve 2016 senesinde de Borusan Contemporary’de su projesi kapsamının bir ayağında eserlerini sergilediğimiz bir sanatçıydı ancak bu geçici bir sergiydi. Dönüşen Yeryüzü sergisi hem Türkiye’de gerçekleştiren bu kadar önemli bir projeyi içerdiği için hem de bu kadar geniş kapsamlı bir fotoğraf sergisi olduğu için tabii ki çok daha farklı ve özel bir sergi.  Ayrıca, bu sergi Burtynsky’nin Türkiye’deki ilk büyük kişisel sergisi. Merkezinde Erozyon projesi var, kariyerindeki 7 farklı temayı ele aldığı toplamda 86 baskı ve 2 büyük duvar çalışmasını da içeriyor.

Bu iş birliği 2019’da pandemi dönemine dayanıyor. Bu iş birliği pandemi sürecinde nasıl ilerledi ve erozyon temasıyla ilgili proje nasıl gelişti?

Erozyon projesine dönersem, pandemi dönemi öncesinde verilmiş bir karar aslında. Biz bu projeleri gerçekleştirirken sanatçının inisiyatifiyle birlikte karar veriyoruz. Yani sanatçının pratiğinde nasıl bir artistik yaklaşımı, pratiği varsa Türkiye üzerinde birlikte düşünüyoruz. Aslında erozyon Burtynsky’nin daha önce de düşündüğü bir alan. Çünkü sanatçı, su ve suyun yeryüzü üzerindeki etkisi, medeniyetle su ilişkisi üzerine çalışıyor. Türkiye’yi düşündüğünde de Anadolu platosunun dünyadaki ilk tarım faaliyetlerinin başladığı coğrafya olması ve buna rağmen burada erozyon olması, doğanın kendi müdahalesi ve diğer taraftan insanın kendi varoluşu için yaptığı müdahale, çünkü tarım yapıyor ve var olmaya çalışıyor, bunu milyonlarca yıldır sürdürüyor… Fakat bu ikisi birbirleriyle çok çelişkili şekilde çalışıyorlar. Çünkü yapılan yanlış sulamalardan erozyon da oluşabiliyor. Fakat bir taraftan toprağın geri kazanılması için ağaçlandırma ve tarım yapanların da önlem olarak yaptığı taraçalama gibi çalışmalar da var. Burtynsky araştırmasını yaparken Anadolu platosunda bu en basit insan faaliyetinin yanı tarımın aslında ne kadar ilginç bir dinamiğe sahip olduğu konusu çok ilgisini çekiyor. Önce uydu fotoğraflarından bir araştırma yapıldı. Bu arada TEMA bize bir rota önerdi. 2012’de Burtynsky ve ekibi Türkiye’ye gelerek fotoğraf çekimlerini gerçekleştirdi. Yaklaşık 3 bin km yol yaptılar, çok ilginç bir havacılık teknolojisi, Türkiye’de nadir bir helikopterle ve drone çekimi gerçekleştirilerek Erozyon projesi ortaya çıktı. Bizim bütün komisyon projelerimizde genelde iki şekilde fayda sağlamaya çalışıyoruz. Öncelikle bu yaratılan projenin bir kısmı Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nun bir parçası hâline geliyor ama üretilen diğer eserlerse sanatçının stüdyosunda kalıyor. Yani stüdyonun farklı projelerinde, dünyanın büyük galeri ve sergilerinde de sergilenmeye devam edecek.

Dikkat çeken başka bir unsur ise bu eserlerin uzaktan tablo gibi görünmesi. Sanatçı diğer temalarda da buna dikkat çekiyor: İnsanın doğaya müdahalesinin ironik bir şekilde sanatsal bir görünüme dönüşmesi. Sergiyi gezenler fotoğraflarda doğaya zararlı bir durumun gösterilmesine rağmen uzaktan hoş görünmeleri nedeniyle eserlere hayranlıkla bakıyor ve çok etkileniyorlar. Bunu küratör gözüyle nasıl yorumlarsınız?

Buna sanatçının başarısı ve ustalığı diyelim aslında. Sanatçı sorumluk alanına, acı verici bir noktaya dikkat çekmek için estetiği enstrüman olarak kullanıyor. Sanatçı doğaya soyutlamalar olarak aldığı imajları kadrajlıyor. Yoksa bu, belgesel fotoğrafçılığı da olabilirdi. Ama çok katmanlı artistik bir pratik söz konusu. Sanatçının başarısı ve önemi orada öne çıkıyor. Bir taraftan müthiş bir soyutlama görüyorsunuz, sonra fotoğrafa yaklaşınca aslında bu soyutlamanın doğada insan faaliyeti sonucu oluşmuş bir tahribat olduğunu görüyorsunuz. Özellikle Afrika çalışmalarında, bir tarafta kolonyalist bir söylem de var orada, insanların insanlar üzerinde doğaya yaptıkları gibi olumsuz etkisi, müdahalesi olduğunu görüyoruz. Bu aynı zamanda sosyal bir ekosistem, sadece doğa ekosistemi olarak ele almamak lazım. Dolayısıyla çok metaforik anlamlar içeriyor. Bir taraftan çok estetik bir imaj gibi bakıyorsunuz ama yaklaştığınızda ekonomik, sürdürülebilirlik, iklim krizi, kültürel erozyon boyutu gibi çok farklı katmanların aslında nasıl çarpıcı bir şekilde ortaya konduğunu görüyorsunuz. İşte sanatçının başarısının bu olduğunu düşünüyorum.

Son olarak, neden bu sergiye gelinmeli?

Dünya 4.5 milyar yıldır hâla oluşmaya devam ediyor… Bu sergide bu yedi temada ve Perili Köşk’ün mimarisiyle de kat kat dikeyde konumlandırdığımız katmanlarla tarımdan başlıyorsunuz, madencilik, tuzun çıkarılması, Afrika’daki elmas ticareti gibi dünyanın döngüsündeki farklı insan faaliyetleri, insanın hayatta kalmak için yaptığı en basitten en kompleks faaliyetleri kat kat görebiliyorsunuz. Bu 4.5 milyar yıllık sürecin nasıl oluştuğuna dair bir fikir sahibi oluyorsunuz. “İnsan faaliyetlerinde bizim yerimiz ne, ne kadar müdahalemiz var, evet hayatta kalmaya çalışıyoruz ama yeryüzüne de ne oluyor?” sorularını da soruyorsunuz.