Nisan 1977’de bugün rahmetli arkadaşım Savaş Ay’la birlikte dünyaya açılma diye adlandırdığımız Avrupa seyahatinden dönmüş; olay çıkması muhtemel olan Taksim 1 Mayıs kutlamaları için kendimizce bir çalışma planı yapmıştık. Muhabiri olduğum Disk yanlısı Politika Gazetesi’nden edindiğim bilgiler, Maocu olarak tanımlanan grupların asla korteje alınmayacağı yolundaydı. Savaş’ın çalıştığı bütün marjinal gruplara açık Vatan Gazetesi’ne göre de, Maocu örgütler “her ne pahasına olursa olsun” meydana gireceklerdi. Üstelik söz konusu tarihten birkaç gün önce afişleme nedeniyle kan dökülmüş, intikam yeminleri edilmişti.
Savaş Ay’la birlikte yaptığımız iş birliği çerçevesinde muhabiri olduğumuz kurumlara yayın politikalarına uygun fotoğraf verecek; olay çıksın çıkmasın kolektif bir çalışma ve ortak imzayla 1 Mayıs sergisi ve kitabı hazırlayacaktık.

Oldukça renkli başlamıştı 1 Mayıs törenleri. Atatürk Kültür Merkezi’nin meydana bakan yüzü “Demirci Kawa”nın zincirli dev resmiyle kaplanmıştı. Düzenli olarak meydana giren rengârenk bayraklı, flamalı kortejler, halay çeken davullu zurnalı farklı bölgelerden gelen işçi kortejleri… Bu geçit töreni, 1970’li yılların başında yaşanan askeri darbeli, baskı ve işkencelerle dolu bir döneme, işçi sınıfının, onlarla iş birliği hâlindeki sivil toplum hareketlerinin ve gençlik örgütlerinin karşı duruşunun ifadesiydi. Sabah erken saatlerde başlayıp akşam saatlerine kadar her şey çok güzel, tam bir bayram ve şenlik havası içinde geçmişti. Olay beklentisi içindekiler, provokasyona umut bağlayanlar huzursuz olmuş olmalıydılar. Savaş’la birlikte biz de artık film stoklarımızın sonuna gelmiş, güneşi arkamıza alıp, kitlenin sol ellerinin havaya kaldırıldığı final fotoğraflarla röportajımızı tamamlayacaktık.

Savaş’la birlikte kalabalığı yarıp Sular İdaresi önündeki öğrenci gruplarına yöneldik. Ben öğrencisi olduğum İşletme Yüksek Okulu öğrencilerinin bulunduğu Taksim anıtının Sıraselviler’e bakan tarafına, Savaş da Dalan döneminde yıktırılan ve bugün olmayan Tarlabaşı yönündeki kendi okul grubunun bulunduğu yere yöneldi. O zamanlar kitle fotoğrafı çekecek tek olanak, tanıdık birinin omuzuna çıkıp biraz tepeden bir açıyla binlerce kişiyi çekmek hayaliydi. Ben bulabildiğim bir arkadaşımı ikna edip, biraz yüksekten ilk çekimlerimi yaparken bir yandan da gözüm Savaş’ı arıyordu. Onu yüksek bir yerde ararken, birden DİSK ve Tertip Komitesi’nin kırmızı yelekli, bayraklı, sopalı insan zincirinin hemen önünde ciddi bir dalgalanma başladı. Saygı duruşu yapılırken alana sokulmayan Sovyet karşıtı Maocu siyasetler bir anlık gafletle insan zincirini bozmuş, bulunduğumuz yere doğru baskı yapmaya başlamıştı.

İzdihama dönüşen bir hareketlenmeyi arkadaşımın omuzlarında adeta film gibi izliyor; arada bir deklanşöre basıyordum. Çünkü az filmim vardı ve idareli kullanmam lazımdı. Bir ara Savaş’ı elindeki silahla kalabalığı yarmaya çalışan bir gazete satıcısının önünde görür gibi oldum. Ancak izdiham bir tsunami gibi bulunduğum yere ulaşmıştı. Ve bir anda Savaş’ı son gördüğüm yerden tek el silah patladı. İşte o anda, ben arkadaşımın omzundan yere düştüm; teleobjektifim ikiye bölündü. Bir sessizliğin ardından âdeta bir koro gibi patlayan silahlar, önümüzden sirenlerini sonuna kadar açıp geçen panzerler, çığlıklar ve kalabalığı sükûnete davet eden sesler…

Yere düştüğümde beni omzunda taşıyan arkadaşımın iyi olduğunu görmemle rahatladım. Gözlerim Savaş’ı arıyordu. Yere yattığım sürede Nikon F2’imdeki filmlerin artık sonuna yaklaşmıştım. Zaten düzgün fotoğraf için de ışık azalmıştı. Yerimden kalkıp Kazancı Yokuşu’na yöneldim; çünkü orada bir can pazarı yaşanıyordu. Ancak Sıraselviler girişinde kurşunla vurulmuş iki arkadaşının başında öfkeyle bağıran puşili bir genç, hemen ötesinde Pamuk Eczanesi önünde devirdikleri bir el arabasını siper alarak otomatik tüfeklerle tarayan polis panzerine ateş eden bir grup ve ötelerinde birbiri üzerine yığılmış ölü ve yaralılar arasından insan kurtarmaya çalışanlar… Her şey öylesine korkunç, öylesine dehşet vericiydi ki… Ve makinamda film kalmamıştı. Bir taraftan Savaş’ı arıyor, diğer taraftan gördüğüm her meslektaşımdan film istiyordum. Saatlerce boş boş dolaştım. Bir ara rahmetli Örsan Öymen’le karşılaştım. Dönemin en iyi gazetecilerinden biri olan Örsan Abi, hâlimi görünce onunla Park Oteli’ne gidip, gördüklerimi anlatmamı istemişti. Örsan Abi’yle Gümüşsuyu’nda ilerlerken meydan askeri birliklerle dolmuştu. Sağa sola koşuşan çaresiz insanlar; yerlerde bayraklar, flamalar, bannerler ve kan izleri vardı. Bir süre sonra meslekteki abimiz Ergin Konuksever’i gördük; ardından da Savaş Ay. Savaş’ı sapasağlam gördüğüm için mutluydum; hemen birbirimize neler gördüğümüzü anlatmaya başladık. 

Şu anda kendisini rahmetle andığım sevgili arkadaşım, Tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçecek olayda ilk kurşunu ateşleyen kişiyi çektiğini söylüyordu. Bu fotoğraf, o dönemde Savaş Ay’ın çalıştığı Hayret Dergisi’nde yayınlanmıştı; Savaş bu fotoğrafın siyasi dergilerde çıkmasını istememişti.

Arşiv: Kafa Dergisi Mayıs 2015 sayısında yayımlanmıştır.