Bazı insanlar dünyayı değiştirmeye karar vermez. Sadece dikkatle bakar, sessizce dinler, sabırla anlamaya çalışır. Ve bazen, bu bile dünyayı değiştirmeye yeter. Jane Goodall tam olarak böyle biriydi. Dünyayı değil, önce bir şempanzenin ellerini, gözlerini, alışkanlıklarını anlamak istedi. Ama o dikkatli bakışıyla, hepimizin doğayla kurduğu ilişkiyi baştan yazdı.

Jane, 1934’te İngiltere’nin Bournemouth kentinde doğdu. Çocukken, evin arka bahçesinde saatlerce solucanları izlerdi. Oyuncak ayısına “Jubilee” adını vermişti -o ayı hâlâ durur, kırış kırış bir çocukluk hatırası gibi. Üniversiteye gidemedi; parası yoktu. Ama içinde hep aynı ses yankılanıyordu: Afrika’ya git.

1957’de, henüz yirmili yaşlarının ortasında, tek başına Kenya’ya gitti. Orada kaderini değiştirecek insanla tanıştı: antropolog Louis Leakey. Leakey, onun gözlerindeki sabrı fark etti ve sordu: “Şempanzeleri sen gözlemlemek ister misin?” Jane’in “evet”i, sadece kendi hayatını değil, bilim tarihini de değiştirdi.

1960 yılında, bir dürbün, bir defter ve sınırsız merakıyla Tanzanya’daki Gombe Ulusal Parkı’na yerleşti. O dönemde bilim dünyasında kadın araştırmacı fikri tuhaf karşılanırdı. Hele ki tek başına ormana gitmek… Ama Jane gitti. Ve orada, dünya üzerindeki en insana benzeyen canlıları izlemeye başladı.

Bilim insanları o zamanlar hayvanlara isim vermezdi — “duygusal olmamak gerekir” denirdi. Jane kuralları çiğnedi. Gözlemlediği şempanzelere David Greybeard, Flo, Fifi gibi isimler verdi. Çünkü her birinin farklı bir karakteri, sesi, jesti vardı. Bir gün David Greybeard’ın bir dal parçasını termit yuvasına sokup termitleri topladığını gördü. Bu basit hareket, bilimde devrim yarattı. Çünkü o güne kadar “alet kullanmak” yalnızca insana ait bir beceri sayılıyordu. Goodall’ın gözlemleri, doğa bilimini insandan uzak bir alandan çıkarıp yeniden kalp hizasına taşıdı. “Biz tek akıllı tür değiliz,” diyordu, “sadece en fazla zarar vereniyiz.”

Jane, bilim dünyasının erkek egemenliğine karşı da direndi. Onun gözlemlerine önce “romantik”, “duygusal” dendi. Ama zaman, haklılığını ispatladı.
Yıllar geçtikçe sadece şempanzelerin davranışlarını değil, duygularını da kaydetti: sevgi, yas, kıskançlık, dostluk. Ve bu gözlemler, doğa ile insan arasında görünmez bir köprü kurdu.

1977’de Jane Goodall Enstitüsü’nü kurdu. Amacı yalnızca şempanzeleri korumak değil, insanların doğaya bakışını değiştirmekti. 1991’de Roots & Shoots (Kökler ve Fidanlar) adını verdiği bir program başlattı. Çocuklara ve gençlere “doğa için bir şey yapmanın” küçük ama anlamlı yollarını anlattı.
O günden sonra bir laboratuvar bilim insanından çok, bir vicdan sesi haline geldi. “Her bireyin fark yaratma gücü vardır” diyordu. “Ne yediğimiz, ne satın aldığımız, neyi umursadığımız bile dünyayı değiştirir.”

Onu belgesellerde hatırlarsınız: elinde termosu, yanında not defteri, saçları arkada toplanmış… Sesi yumuşak ama kararlı. O konuşurken, sanki ormanın bütün sesleri susar.
Jane Goodall artık sadece bir bilim kadını değil; sabrın, merhametin ve dikkatli bakışın sembolüydü.

Goodall 91 yaşında hayata veda ettiğinde, geriye yalnızca bilimsel bulgular değil, bir yaşam felsefesi bıraktı: Sabırlı ol. Dikkatli bak. Anlamaya çalış. Ve umudu asla kaybetme.


Netflix’in merakla beklenen Meşhur Son Sözler‘inin ilk bölümünde Goodall var

Netflix, yaşamlarının son dönemine giren ünlü isimlerle gizlilik içerisinde röportaj yaparak Meşhur Son Sözler (Famous Last Words) adlı belgesel dizisi çekiyor ve bu yapımın en dikkat çekici yönü, bölümlerin söz konusu kişilerin hayatını kaybetmesinden sonra yayımlanması. Bu serinin ilk bölümünde de Jane Goodall vardı. Mart ayında çekilen bölüm Goodall’ın vefatının ardından geçen hafta yayımlandı. Bölümde Goodall’ın dünya liderleri ve ünlü kişiliklerden bazılarını tek yönlü bir uzay yolculuğuna çıkarmak istediğini söylemesi ise çarpıcı. Goodall, röportajda “Sevmediğim insanlar var ve onları ve Elon Musk’ın uzay gemilerinden birine bindirip, keşfedeceğinden emin olduğu gezegene göndermek istiyorum” diyor ve ekliyor “Musk da yolcuğun ev sahiplerinden biri olurdu. Sonra (Rusya Devlet Başkanı) Putin’i ve (Çin Devlet Başkanı) Xi’yi de oraya koyardım. (İsrail Başbakanı) Netanyahu’yu ve aşırı sağcı hükümetini de kesinlikle oraya koyardım. Hepsini o uzay gemisine bindirip gönderirdim.”