Gösterişli sahne ve kıyafet tasarımı, güçlü oyuncu kadrosuyla karşımızda “Gurur ve Önyargı *gibi bir şey”. Jane Austen tarafından yazılan Gurur ve Önyargı kitabı farklı bir bakış açısıyla kaleme alınarak yeniden tasarlandı. BKM’nin yapımcılığını üstlendiği oyun feminist bakışı ve kız neşesi havasında. Sezonun en büyük prodüksiyon oyunlarından “Gurur ve Önyargı *gibi bir şey” oyununu Elizabeth Bennet karakterine hayat veren Birce Akalay’la konuştum.

Oyunun ismi kült bir eserden geliyor. Peki *gibi bir şey ne demek? Kitaptaki hikâyenin dışına mı çıkıyorsunuz?
Oyunumuz Isobel McArthur tarafından Jane Austen’in yaklaşık 250 yıl önce yazdığı romanı Gurur ve Önyargı romanının bir uyarlaması. Hikâyeden çıkmıyoruz aslında. Oyun, romana bağlı kalıyor. Karakterlerin yaşadığı dönemin beş hizmetçinin gözünden, oyun içinde bir oyun kurarak anlatıyor. Tüm karakterler bu roman kahramanlarını canlandırırken toplumsal cinsiyet normlarını, sınıfsal farklılıkları, toplumsal ahlak tabularını -deyim yerindeyse- yerle bir ediyor. Gurur ve Önyargı kavramlarını da seyirciye yeniden tanımlıyor. Dolayısıyla oyunumuzun ismindeki *gibi bir şey uzantısı tam yerine rast gelmiş zamansız, mekânsız, ırksız ve cinsiyetsiz, diyebileceğimiz bir uzantı.

Metinde erkek karakterlere kadın oyuncular hayat veriyor. Feminist bakış açısıyla bir reji karşılıyor seyircileri. Siz metni okuduğunuzda ne hissettiniz?
Romanı gençlik yıllarımda okumuştum, uyarlama senaryolarını defalarca farklı yapımlarda izlemiştim. Ancak metni okuduğumda gerçekten çok ama çok etkilendim. Sahneye dinamit bırakan bir metin, zekice yazılmış ve kurgulanmış bir hiciv, çok keyifli bir adaptasyon. Hizmetçilerin gözünden deforme edilmiş bir aşk hikâyesi. Oyun 2021’de West End’de gösterime girmiş ve 2022 yılında Laurence Olivier, “En İyi Eğlence ve Komedi Oyunu” ödülünü almış, halen UK turnesi devam eden bir oyun. Feminist bakış açısı da tabii ki en lezzetli kısmı benim için. Günümüzde feminizm farklı kesimler tarafından sıklıkla eleştirilse de ya da ötekileştirilse de kapsamı yıllar içerisinde çok genişlemiş, güçlenmiş, zamansız ve hepimiz için hayati değer taşıyan bir kavram. Dolayısıyla oyun boyunca bize de sonsuz bir alan açıyor. Küçük yaşımdan beni kadınların toplum içerisindeki varoluşu ve toplumların kadına biçtiği rollerle olan ilişkim, benim için varoluşsal bir meseleydi. Hâlâ da öyle. O yüzden bu oyunda olmak benim için büyük mutluluk ve aynı zamanda önemli bir mesele. Bir alıntıyla benzetme yapmak istiyorum. Beauvoir’ın yıllar yıllar önce dediği gibi; Kadınlar dünyanın şekillendirilmesinde rol oynamaya başladığı halde, bu dünya hala erkeklere ait bir dünyadır. Erkekler bundan kuşku duymazlar, kadınlar ise pek az kuşku duyarlar. Oyunumuzun ana kahramanlarının da aslında toplumun en çekirdek toplulukları yani aileleri ve haneleri şekillendiren hizmetçi kadınlar olduğunu da düşünürsek, metin ve tabii ki biz oyuncular bir taşla kaç kuş vuruyoruz aslında siz düşünün.

Beş oyuncunun bir araya geldiği Gurur ve Önyargı * gibi bir şey’le nasıl kesişti yolunuz? Biraz oyuna giden yolu konuşalım mı?
Elbette. Oyundan çok değerli menajerim Ayşe sayesinde haberim oldu. Bir gün bana bu oyunu gönderdi ve Elizabeth tam sana senin dişine göre gibi geldi bana bir oku dedi. Ben zaten uzun süredir oyun çalışmıyordum ve ne yalan söyleyeyim benim için prodüksiyon tiyatrosunun yeri hep ayrıdır. Büyük salonlarda oynamayı, oyuncular ve ekip arasındaki ensamble’ı ve kalabalık emek alışverişlerini çok seviyorum. Oyun metninin gücü bir yana şarkılar, danslar tam bir karnaval gibi bir his. Mest oldum, çok heyecanlandım. Hemen oyunumuzun yönetmeni Murat Daltaban ve yapımcılarımızdan Özlem Daltaban’la bir toplantı düzenledik, BKM’nin vizyonuyla ve muhteşem ekibi ile rüzgâr anafor ben bu oyunda varım dedim. Her şey tam olarak böyle gelişti.

Daha önce sizi 7 Kocalı Hürmüz ve Keşanlı Ali Destanı gibi müzikli oyunlarda gördük. Burada da bir müzikli oyun görüyoruz. Müzikallere/müzikli oyunlara bakış açınızı merak ediyorum. Özellikle tercihiniz mi?
13 yıllık bir bale geçmişim var, tiyatro eğitimim ise durmalarla kalkmalarla, okul değiştirmelerle liseden itibaren takribi 12 yıl sürdü. Ancak profesyonel meslek hayatıma televizyon ve sinemayla başladım. Kendimi ait hissettiğim yerle yani sahneyle arama uzun yıllar mesafe girdi. Gençseniz o yıllarda oyununuz varsa setlerde çalışmanız pek mümkün olmuyordu. Oyunu olmayan oyuncularla çalışılıyordu daha çok. Bir gün canım ustam Müjdat Gezen ve nur içinde yatsın Türker İnanoğlu 7 Kocalı Hürmüz için beni aradılar. Dedim ki ben böyle bir şansı bir daha asla yakalayamayabilirim. Hürmüz olma şansı kaç kişinin karşısına çıkabilir hayatta. O zamanlar aynı zamanda dizide de yer aldım, oyunumu da yaptım. İyi ki yapmışım. Hem prodüksiyon tiyatrosuyla tanıştım hem geleneksel tiyatromuzla ilk defa sahnede varlık gösterme ve tekniklerini anlama fırsatı yakaladım hem de kendimde yeni bir şey keşfettim. Meğer ben bu bütün için yaratılmışım. Her oyunun ardından yaşadığım mutluluğu ve coşkuyu size tarif edemem. Bir yerde kıyaslamak zorunda kalırsam beni mıknatıs gibi kendisine çeker müzikli oyunlar, büyük salonlar ve binlerce seyirci.

Kadın bakış açısıyla “Kız Neşesi” havasında geçiyor. Oynarken eğlendiğinize de eminim. Dört kadınla sahneyi paylaşmak size nasıl hissettirdi?
Kadınların gözünden bir kız neşesi demeyi tercih ediyorum ben. Günümüzde kadın erkek fark etmez ama özellikle kadınlar içimizdeki çocukları yaşatmak için çok çaba sarf ediyoruz maalesef. Kimilerimizin neşeli küçük versiyonları can çekişiyor, özgürlüğüne hasret, kimilerimizin ki yolunu kaybetmiş metalaşmış… Bu liste uzar gider. Onları saklandıkları yerden çıkarmak çaba ister. Bunun için bize, içinde oldukları ortama ve etrafındaki insanlara güvenmeleri gerekir. En saf, en korunmasız versiyonlarımızdır onlar. Ve acımasız bir düşünce ya da eylem onları kolaylıkla incitebilir ya da örseleyebilir, kimimizi ise yırtıcı büyük bir kediye dönüştürebilir. Rol arkadaşlarım içimdeki o kız çocuğu için bu noktada tüm bu güven ortamını sağlamış onurlu ve iyi huylu kadınlardan oluşuyor. İçimdeki karnaval hareketleniyor, oyun başlıyor, her defasında başka bir hikâye yazıyoruz hem kendi hafızamıza hem de seyircimizin hafızasına. Onlarla elele tutuşmak muazzam bir his.

Edebi eserleri sahneye uyarlamayı hep riskli bulmuşumdur. Okuyucu hayal dünyasıyla sahnedeki dekorun ya da performansın bir tutmaması hayal kırıklığı yaratabiliyor. Edebiyat uyarlamasının riskli bir tercih olduğunu düşünüyor musunuz?
Riskli bulmuyorum. Bu söylediğiniz sinema filmleri için de geçerli. Her okuyucu bir romanı okurken parmak izi gibi farklı hayaller kurar. Romanda gri bir günde yağmurun çiselediği bir sokakta, kalın topuklu tıkırtılarıyla yürüyen bir kadının yüzüne düşen yağmur damlalarından duyduğu mutluluğu tarif etmenin türlü yollarını seçebilmeyi ve öncesini sonrasını kurgularken senin zihninde başka benim zihnimde bambaşka bir vizyonda canlanabilir. Uyarlamanın keyifli kısmı burada başlıyor bence. Senin hissinin, vizyonunun benimkiyle ne kadar örtüştüğü, farklılaştığı ya da haz verdiği meselesi. Hayal kırıklığı kelimesini bu yüzden bazen iddialı bulabiliyorum. Bir hikâye, roman ya da bir kişinin hayatı diyelim sahneye ve yahut sinemaya uyarlandığında eğer eksikse ve bu eksiklik hayati derece ise dediğin gibi bir hayal kırıklığı minvalinde bir söylemle belki eleştirilebilir. Ama bu kalıbı gerçekten çok kişisel buluyorum.

Büyük yapımların, büyük prodüksiyonların yanında bağımsız tiyatroların sahneledikleri oyunlar da var. Seyirciler kısıtlı bütçeleriyle oyun seçerken özenli davranıyorlar. Siz bu oyunda ne vadediyorsunuz. Neden bu oyuna gelsinler?
Canları hangi oyunu izlemek istiyorsa onu izlesinler. Tiyatro tiyatrodur. Birbiriyle rekabet etmez. Sanat, sanatçı ve toplum için vardır. Ama mutlaka tiyatroya, sinemaya gitsinler.

Oyun biletleri: https://tiyatrolar.com.tr/tiyatro/gurur-ve-onyargi-gibi-bir-sey