Ankara Radyoevi’nin kapısından içeri giren adam, görevliye Mustafa Sarısözen’le görüşmek istediğini söyler. “Yurttan Sesler’’ programını yöneten, halk türkülerini derleyen Sarısözen, nota kâğıtlarının altında görünmez olan masasından kalkarak kendisiyle görüşmek isteyen adamı karşılar. Ziyaretçinin Mustafa Sarısözen’den istediği, ölen çocukluk arkadaşının çok sevdiği, dilinden düşürmediği bir türkünün notalarını yazmasıdır. Sarısözen’in “Memnuniyetle, hangi Rumeli türküsü?’’ sorusu üzerine “Bülbülüm Altın Kafeste’’nin notaları ilk kez kâğıda dökülmeye başlanır…
O gün, Mustafa Sarısözen’e notaları yazdıran Ali Şevket Öndersev, Radyoevi’nden çıkarken buruk bir mutluluk duyar. Birkaç ay önce kaybettiği çocukluk arkadaşı, Mustafa Kemal Atatürk’ün en sevdiği türkülerden birinin notalarını yazdırarak kaybolmaktan kurtarmış olmanın huzuruyla adımlar ıslak Ankara sokaklarını.
Mustafa Kemal Atatürk’ten üç yıl sonra gözlerini Selanik’te dünyaya açar Ali Şevket Bey. Aynı mahalle ve aynı okullarda geçer çocuklukları. İstanbul’da Harp Okulunda birlikte okurlar. Kardeşi Sadık Bey pilottur ve Fethi Bey’le İstanbul-Kahire uçuşunda görevlendirilir. Ne var ki uçakları 27 Şubat 1914 tarihinde Taberiye Gölü üstünde düşer ve havacılık tarihimizin ilk şehitleri olurlar. Birinci Dünya Savaşı’nda görev yaptığı yer Mustafa Kemal Paşa’nın karargahıdır. İşgal İstanbul’unda, Anadolu’ya geçme planları yapan Mustafa Kemal’in toplantılarına katılır. İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığına vizeleri o tasdik ettirir. 16 Mayıs 1919’da işgal gemilerinin arasından geçerek Karadeniz’e doğru yol alan Bandırma Vapuru’nun güvertesinde, Mustafa Kemal’in yanında görürüz “Gavur Ali”yi. O yıllarda Atatürk’ün yanında çok sayıda Ali adında arkadaşı olduğu için Rumeli kökenli olmasından dolayı ona bu lakap takılır.
Kurtuluş Savaşı’nda göğsüne saplanan kurşunu çıkaramazlar Ali Şevket Bey’in. Bu yüzden son nefesine kadar sık sık öksürür; yakınları onu hep bu öksürük sesiyle anımsayacaktır. Soyadı kanunu çıktığında çocukluk arkadaşına olan sevgisinden dolayı “Atasev”i alacakken Atatürk’ün isteği üzerine nüfus kütüğüne “Öndersev” yazdırır.
Ali Şevket Öndersev’in kızı Aylin’in güzelliği dillere destandır. Öyle ki güzellik yarışmasına katılmak için bir elbise bile diktirir. Ancak menenjite yakalanan Aylin Öndersev’in hastalığına doktorlar çare bulamaz. Bir gece, hastalığı giderek artan 18 yaşındaki genç kız, güzellik yarışmasına katılmak hayaliyle diktirdiği elbisesini dolaptan çıkartarak yatağının karşısına asılmasını ister. Elbisesine bakarak geçirdiği o gecenin ertesi günü son nefesini verir…
Elbisenin naftalinlenerek dolaba kaldırılmasından sonra, 1966 yılında Türkiye Güzellik Yarışması’nda finale kalan altı adaydan biri “Aylin Öndersev’’ olacaktır!..
Hayır, yanlış okumadınız. Aylin Öndersev’in İngiliz Filolojisi öğrencisi olan yeğeni, bir gün Kadıköy vapuruyla karşı yakaya geçerken gazetede düzenlenen güzellik yarışmasında ödül olarak eğitim bursu verileceğini de okur. Akşam eve döndüğünde annesi Nihal Hanım’a yarışmaya katılmak istediğini söyler. Nihal Hanım’ın aklına ölen kardeşi Aylin gelir. Onun hayalinin de gerçek olacağı için kızının isteğiyle duygulanır. Anne ve kız bu düşüncelerini üç gün saklar Murat Bey’den. Sonunda baklayı ağızlarından çıkardıklarında, baba Murat Bey şu yanıtı verir: Çok iyi düşünce. Üç gün boşuna saklamışsınız.
Ve jüri, finale kalan altı isim arasından birinciyi açıklar: Aylin Öndersev. Teyzesinin adına güzellik yarışmasına katılan ve 1966 yılında “Türkiye Güzellik Kraliçesi” ünvanını kazanan genç kızın asıl adı İnci Asena’dır.
17 Kasım 1966 tarihli Hayat dergisinin kapağında Türkiye Güzellik Kraliçesi olarak tahtında otururken görürüz İnci Asena’yı… Ama ben onu 1990’ların başında Adam Sanat dergisinde çıkan ve severek okuduğum şiirleriyle tanıyacaktım:

Eğlenmeyi biliriz, sevişmeyi de

Güleriz, dans ederiz

Kiraz çekirdeği ekeriz kiraz çıkar

Karpuz ekeriz karpuz

Salıncak kurarız düşlerimizde yıldızlara

Tramvay döşeriz, ay döşeriz.

Hayat dergisindeki röportajında yer alan “Kraliçenin Özellikleri” bölümünde özel merakları olarak “kitap okumak, hikâye denemeleri ve İngilizceden çeşitli çeviriler yapmak” bilgisi verilse de sevdiği şairler, yazarlar, yazdığı hikâyeler, yaptığı çeviriler sorulmaz, edebiyata ilgi duyan genç kıza!
İnci Asena, röportajı yapanın siyasetle ilgili sorusuna yaşının 18 olduğunu, bu yaşta siyasetle uğraştığı söylese kendine gülecekleri, şimdilik bol bol kitap okuduğu yönünde yanıt verir. İlerisi için de şunları söyler: Bugün üniversite ikiye ayrılmıştır. Bunu ancak içinde bulunan bilir. Bizler el ele olacağımız yerde yumruk yumruğa geliyoruz. Size vaktiyle Atatürk yol göstermiş. Bize şu sırada yol gösteren yok. Onun için tedirginiz. Çevremin rahatladığını göreceğim gün, ben de mesut olacağım ve yönüm belli olacak.
Türkiye güzeli seçildiği 1966 yılından iki yıl sonra emperyalizmin sömürge politikalarına karşı olarak barışı ve emeği savunan “68 Kuşağı” tarih sayfasındaki yerini alacaktır. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının öncülüğünde öğrenci gençliğin “Bağımsız Türkiye” haykırışıyla adaletsizliğe karşı seslerini yükselttiği o yıllardan çok sonra, 1993 yılında çıkan ilk şiir kitabında İnci Asena, şu dizeleriyle selamlar, dize gelmeyenleri:

Altmış sekiz kuşağı olamadım

Yaşım tuttuğu halde

Buna üzülüyorum

Yaptıklarıma yerindiğimden değil

Yapmadıklarım için

İnci Asena, Türkiye güzeli olmanın bir insan hayatına açacağı yollarda yürümedi hiç. Ölen teyzesinin elbisesinde asılı kalan hayalini gerçekleştirdikten sonra, kendi hayallerinin peşinden koştu. Şiirler, öyküler yazdı, çeviriler yaptı, edebiyatımıza nice güzel kitaplar kazandırdı. İnci Asena’nın neden edebiyatçı kimliğiyle hak edildiği şekilde anılmadığı sorusunun yanıtını ise son nefesine kadar yanında olduğu, yalnız bırakmadığı ablası Duygu Asena’nın bir kitabının kapağında okuruz: Kadının Adı Yok.