Aysel gibi insanlar ezber bozmak için gelir, gidişleri de öyledir. O kadar verici ve bereketlidirler ki “yokluk” kavramı yok olur. Bazı anlarda çok sert gelse de onu bir daha göremeyecek olma duygusu, neyse ki sıcaklığı hemen geri gelir tüm canlılığıyla… Taşıdığı o muazzam hayatiyetle hiçbir yere sığmayan bir ruh, elbette gittiği alemden de selam etmeyi bırakmaz. Gün içinde ya bir anıda ya bir şarkıda ya da evimdeki fotoğrafında karşıma çıkıp, konuşur illaki Aysel’im benimle… Ezelden böyleydik, sözlerle atılmış bir sıkı düğümdü aramızdaki. Anam olurdu, dizine yatar anlatırdım; en kafa arkadaşımdı, karşılıkla güler konuşurduk. 

Kızım da olurdu bazen söz dinleyen, tüm safiyetiyle kalıp büyümediği için hiçbir zaman… Hayatımdaki çoğu rolümün -ana, arkadaş, evlat, eli kalem tutan Sezen’in- ustası o… Üstâdım işte; üstüne başka söz var mı?
O yüzden o benim kendime “söz”ümdür…
Tuttuğum bırakmamacasına,
uçmasın diye kalbime yazdığım…