Aşk, sevgi, nefret, vicdan, şefkat, güven, şüphe, ilgi, şiddet, ilişki, evlilik… Bu kelimeler hepimize ne kadar tanıdık değil mi? Neden, nasıl âşık oluyoruz? Neden aldatıyoruz? Neden çekip gidemiyoruz? Âşık mıyız, bağımlı mı? Peki bu sorular tanıdık geldi mi? Cevaplarını çok merak ettiğimiz bu soruları, bir biline; Klinik Psikolog Berrak Artemiz Çınar’a sorduk. 

Neden ve nasıl âşık oluyoruz?

Kendimizi bir başkasının gözünde sınama, değerlendirme ve izleme ihtiyacı içindeyiz. Bu doğal ve erken çocukluk evrelerinden beri geliştirdiğimiz bir mekanizma. “Öteki”ne ihtiyacımız var; var ki kendi farkımızı belirleyelim. Farkımızı da kabul ettirelim. Aşkta da böyle; aşk, benliğimizi bulma çabası belki de. Bu çabanın en doruk deneyimi aşktır diyebiliriz. Benliğimizi âşık olduğumuz kişiyle iç içe geçirir, karıştırır gözümüzü kör ederiz. Aşk kalabalık sevmez. İki kişi böyle göz göze, diz dize, can cana bakışacak, koklaşacak, birbirlerini izleyecek. İzleyecek ki kendindeki eksiği tamamlasın, fazlayı anlasın. Biraz da bizde olmayanı keşfetme hâlidir aşk. Tam da bu yüzden bize benzemeyeni seçeriz genelde. Yani aşka düşmek bir nevi kimliğimizin ihtiyacı olan parçalarının peşine düşmektir. 

Aşk nedir, sevgi nedir? İkisini ayırt eden en temel davranış biçimi ya da his hangisidir? Ve pek tabii hangisi önemlidir?

Aşkın patolojik bir tarafı var. Sevgi aşka göre daha aklı selim yaşanan bir duygu. Sevmek, ayağı yere basan bir gözlemi, duyarlılığı, en önemlisi bağlılık ilişkisini içerir. Aşk ve sevgi arasında birçok ayırt edici özellik olsa da sanırım en büyük fark, aşk ilişkisinde bireysel sınırların olmaması. Aşkta hep âşık olduğumuz kişiyle aynı şeyi düşünmek, aynı şeye sevinmek, aynı yerde bulunmak isteriz. Sevgi ilişkisi içinde ise sınırlar vardır; ben ve sen arasındaki farklılığın tanınması ve sahip çıkılması sevginin belirleyicisi olabiliyor. Aşkta ben-sen iç içe geçmiş hâlde yaşanıyor. Mesela aşk farklılıktan pek hoşlanmaz. Farklı fikirler veya istekler ortaya çıktığında bozuluyorsak fena hâlde âşık olmuş olabiliriz. O yüzden aşka dair “ruh eşi”, “bir elmanın iki yarısı” gibi benzetmeler de yapılmıştır. Sevgide ise ben-sen ayrışık hâlde, birlikte büyür. Sınırlar aslında iki kişi arasındaki farklılığın deneyimlendiği yerdir ve ilişkide gelişim ancak sınırlarımız varsa gerçekleşebilir. Halil Cibran’ın dediği gibi; “Çünkü bir servi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.” Aşk ve sevgi arasındaki farklılıklar, birini diğerinden daha önemli yapmaz bence. Aşk da sevgi de gereklidir, “gereklidir”den öte gereksinimdir.

HER NE OLURSA OLSUN HERKES BİR İLİŞKİYİ BİTİRME ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİPTİR

Âşık olduğumuzu nereden anlarız? Daha doğrusu “aşk”ın bir tanımı var mı?

Aşkla ilgili bir tanımlama çabası var ama bence aşkın tanımı dünyadaki âşık insan sayısı kadar. Temel olarak aşk bir duygu; kuvvetli ve karmaşık. Aşkı bir delilik hâliyle anlatırız çoğu zaman: Ona deliler gibi âşığım. Bu delilik hâline olan vurgu; aşkın gerçeklik zemininden yoksunluğuna, hayali bir gerçeklik içinde yaşamaya, yoğun duygu durumları içinde olmaya, bir fikre-hayale saplanmaya, günlük hayattaki işlevselliğimizi kaybetmeye, olayları olduğundan çok daha farklı bir şekilde algılama ve yorumlamaya işaret ediyor. Değişken bir dinamik içinde ve çok biricik yaşanan bir duygu.

İnsan neden bir ilişkinin içindeyken bir başkasına ihtiyaç duyar?

Bunun birden çok cevabı olabilir. En temel neden ise merak. Ne kadar değerliyim? Beğeniliyor muyum? Arzulanıyor muyum? gibi kendiliğimize dair sorularla ne kadar meşgulsek, bunların cevaplarını o kadar farklı kişilerde ararız. Eğer bir kişi ilişki hâlindeyken, sürekli yeni yeni ilişkiler içine giriyorsa tekrarlayan bir aldatma döngüsünden bahsedebiliriz. Bu tür kişiler için çoklu ilişkiler içinde olmak bir performans meselesidir. Ne kadar çok ilişki içindeyse o kadar güçlü veya değerli olduklarına dair bir zemin hissi içindedirler. Aslında bu çok kaygan bir zemindir; yetersizlik içinde kendini ispatlamaya çabalayan, beslenmemiş bir ego durumu söz konusu olabilir. Bazense kişiler özellikle uzun süreli bir birliktelik içindeyken ilişkideki bir eksikliği tamamlamak için yeni bir ilişki içinde bulurlar kendilerini. Eskisine de kıyamaz, yenisinden de cayamaz. Bu kişilerin değil, ilişkinin eksikliklerine işaret ediyor olabilir. Bazense bir ilişki içindeyken başka birine âşık olmak mümkün olabilir. Her ne olursa olsun herkes bir ilişkiyi bitirme özgürlüğüne sahiptir. Bu durumları ilişkiyi bitirmeden yaşamak ahlaki boyutun ötesinde daha içsel bir boyutta duyarsızlaşmaya, öfke, utanç ve suçluluk duygularına neden olacaktır. İnsan bu; beşer şaşar demişler; önemli olan ilişkiyi sürdürme veya sonlandırma sorumluluğunu alabilecek cesarette olmaktır. 

HANGİ SEBEPTEN ÂŞIK OLDUYSAK O SEBEPTEN SOĞUYABİLİR İÇİMİZ ZAMANLA

Aşkın gerçekten bir ömrü var mı? Özellikle çok uzun ilişkilerde bir süre sonra aşk neye dönüşüyor?

Hangi sebepten âşık olduysak o sebepten soğuyabilir içimiz zamanla. Aşırı yücelttiğimiz her şey, bir süre sonra katlanılmaz hâle gelebilir. Bu, hayranlığın karanlık tarafıdır. Çok yaşanıyor; ne kadar kibar biri diye hayran olup âşık oluyoruz sonra bu kibarlığı sıkıcı buluyoruz. Ya da ne kadar eğlenceli diye dikkatimizi çekiyor âşık oluyoruz, sonra tam bu eğlenceli hâl fazla gelmeye başlıyor. Her duygu biter, aşk da biter. Dönüştürebilen için sevgi ve bağlılık duygusuyla ilişki sürebilir ama o coşkun duygu biter. Herhâlde bu kendi eksiğini tamamlama meselesi hâllolunca aşkla çok işimiz kalmıyor. İşte o zaman karşımızdaki kişinin burnundaki sivilcesini görmeye başlıyoruz. Genelde aşk bitince ilişki için gösterilen çaba da bitiyor. Çaba bittikçe alışkanlık, vicdan, sorumluluk, zorunluluk gibi kavramlarla ilişki yürütülmeye çalışılıyor. Özeni, flörtü, saygıyı, onayı, anlayışı, arzuyu sürdürmek için istek duyduğumuz ve emek verdiğimiz sürece ilişki dönüşür; sivilcesini patlatmaya çalışmadığımızda ise çok daha anlamlı bir dönüşüm gerçekleşir. 

Her anlamda “ideal” bir ilişki her zaman yan yana olarak mı yaşanır, çoğu zaman özleyerek mi?

Hiçbir şeyi sıkı sıkı tutamayız, hiçbir şeye sürekli sarılı kalamayız, hep aynı şekilde duramayız. Doğamız; bağlanma ve ayrışma ihtiyaçlarını gidermeye odaklı. Mesafe, her ilişki için gerekli. Fakat aşk, mesafeyi aşan güçte bir şey. Aşkta yan yana, iç içe birbirinin gözlerinde kaybolma gibi ihtiyaçlar çok baskın ve doğaldır. Sonrasında ayrışma ihtiyacı da gelecektir ve bu ayrışma ihtiyacı illa ilişkinin kötüye gittiğine dair bir işaret değildir. Aşk bitince bir bağımsızlık mücadelesi başlar. Bu mücadeleden her iki taraf sağ çıkarsa ilişki idealleşmeye başlar. Birbirimizi değiştirmeye çalışmadığımız, yargılamadığımız, farklılıklardan beslendiğimiz, karşımızdakini ittirip kaktırmadığımız veya onu yutmaya çalışmadığımız ilişki ideal bir ilişki için zemin hazırlar.

YOK SAYDIKÇA ARTAN BİR DİNAMİĞİ VARDIR AŞKIN

Aşk biter mi? Bitmiyorsa aşkla barışık nasıl yaşayabilir insan?

Sürekli âşık yaşayamayız, kimyamız bozulur. Aşk biter, her şey gibi iyi ki biter. Kişi o aşk hâlinde acıktığı duyguya doymadıkça arayışına devam eder. Özellikle platonik aşkların süresi diğerlerine göre daha uzun sürebilir. Çünkü her duygu gibi saklamaya çalıştıkça, yok saydıkça artan bir dinamiği vardır aşkın. Hissede hissede, dolu dolu yaşandıkça, sahip çıkıldıkça, aşık olmanın sorumluluğu alındıkça daha kolay sakinleşir. Aşkla barışmanın yolu onu tüm dinamikleriyle anlamak, hoş karşılamaktır.

İnsanlar neden dürüst olmadıkları kişilerle yan yana durmaya devam ederler? Ve neden “biriyle mi” şüphesiyle bir ilişkiye devam edilir?

Aşk iki kişilik bir kumdan kale gibidir. Dağılmayı, incinmeyi, kırılmayı göze alan bir tarafımız vardır aslında yaşarken. İlişkilere dair öğrenilmiş roller, geleceğe dair kaygılar, güvenlik ihtiyaçları, alışkanlıklar, sorumlu hissetmeler, vicdani meseleler bitmiş bir ilişkiyi sonlandırmama gerekçeleri olarak çok sık karşımıza çıkıyor. Şüpheden, başka bir ilişki hayalinden veya bambaşka bir sebepten ötürü ilişkiyi sonlandırmak istiyorlar ama onları o ilişkide tutan başka duygular da var; bu bir kördüğüm. Kimisi ilişki içinde olduğu kişiye, kimisi ilişkiye kıyamıyor. Kimisi yeni olası ilişkiye veya kendine güvenmiyor. Her ne gerekçe ile olursa olsun bir ilişkiyi sonlandırmak elbette kolay değildir. Fakat istemediğimiz hâlde o kişiyle yan yana durmak çok daha zordur.

İlişkilerde seksin tükenme sebebi nedir? Kafada mı biter, yoksa artık karşı tarafı arzulamadığımız için mi? Tutku yoksa aşk da yok mudur?

Öncelikle bu azalmayı “haftada en az bilmem kaç kere seks yapmıyoruz, eyvah demek ki bizim cinselliğimiz kötü gidiyor” gibi takvimsel bir veriye göre belirlemek uygun değildir. Çiftlerin ihtiyaçları, duyguları, algıları, yorumları, kendi ritimleri gibi faktörler belirleyicidir. Haftanın her günü yaşanan ama acele, özensiz, duygusal temas barındırmayan seks de ilişki için her zaman sağlıklı bir cinsel birliktelikten sayılmayabilir. Cinsellik, özellikle uzun süreli ilişkilerde birçok farklı sebebi olmakla birlikte, genelde monotonluktan dolayı azalır. Cinsel ihtiyaçlarımızdan konuşabiliyor olmak, flört ederek zihinsel ve duygusal hazırlığı es geçmemek, hoşlandığımız veya hoşlanmadığımız tutumları fark edip paylaşmak, gerekirse bir cinsel terapistten destek almak ilişki için önemli olacaktır. “Bir ilişkinin olmazsa olmazı cinselliktir” gibi bir bakış açısından ziyade cinselliği; birlikte sohbet etme, sarılma, uyuma, dertleşme, eğlenme, yemeğe çıkma gibi ilişkinin temel dinamiklerinden herhangi biri olarak gördüğümüzde cinselliğe atfedilen yük de biraz azalacak ve bedenimiz daha özgür kalacaktır.

Bir ilişkide uzun süre hiç cinsellik yoksa birçok şey düşünülebilir. Monotonluk bir sebep olabilir. İlişki, şefkat duygusunun liderliğinde diğer duygular bastırılarak sürüyor olabilir. İlişki yerini alışkanlığa veya vicdani bir sorumluluk hissine bırakmış olabilir. Hep anne olmak, sürekli çalışan adam olmak vb. roller ilişki içinde çok baskınlaşmış olabilir. Konuşulmamış ihtiyaçlar, tamamlanmamış işler, gizli kalmış öfkeler söz konusu olabilir.   

Birine bağımlı mı yoksa âşık mı olduğumuzu nasıl ayırt ederiz? Net bir şey söylenebilir mi? “Eğer …… hissediyorsanız âşık değil, bağımlısınız” gibi…

Bağımlılık bir tutumdur aslında; aşk bir duygu. Aşkın veya sevginin nasıl yaşandığı ise karşımızdaki kişiye bağımlı mı, güvenli mi, kaçıngan mı, güvensiz mi yoksa kaygılı mı bağlandığımıza bağlıdır. Bu durum kişiden kişiye farklılık gösterecektir. Bunlar erken çocukluk dönemindeki yaşantılarımızda ilk kurduğumuz bağlar neticesinde öğrendiğimiz tutumlardır. Aşkta, özellikle ilk zamanlarda bir parça bağımlı tutum aşkın patolojisi gereği normaldir. İlişki evrildiğinde ise bağımlı tutum ile saf sevgi yaşantısı birbirinden net şekilde ayrışmaktadır. Genel olarak sadece eşimizle birlikte olduğumuz zamandan keyif alıyorsak, ayrı olduğumuz zaman hayattan hiç zevk almıyorsak, aşktan değil bağımlı bir tutumdan bahsedebiliriz. Aynı şekilde kendimizi sürekli ona muhtaç hissediyorsak ve ondan da bize muhtaç olmasını bekliyorsak bunun adına sevmek diyemeyiz. Sevgi, her iki tarafı da kendine yetmeye yüreklendirecek kadar cömerttir. Yine ondan sürekli onay almak istiyorsak, farklı fikirde olmayı bir hayal kırıklığı gibi deneyimliyorsak bunun adı yüksek ihtimalle bağımlılıktır. Her tartışmada terkedilme korkusu yaşamak da aşkın değil bağımlılığın bir göstergesidir. Aşk kaybetmekten korkar ama bağımlılık bu korku uğruna insanı kendinden caydırır.

İlişkilerimizi şekillendiren şeyler arasında içinde büyüdüğümüz ortamın ne kadar etkisi var? Öğretilmiş ilişkiler yaşıyor olabilir miyiz?

Bir çocuğun üç ebeveyni olduğu söylenir; anne, baba ve anne baba arasındaki ilişki. Bizim yetişkin yaşamımızdaki ilişkilerimizi belirleyen en önemli şey kendimizi sevmeye ve sevilmeye ne kadar bırakabileceğimizin gizli bilgisidir. Bu da çocukluk anılarımızda, kabullerimizde saklıdır. Sevmek, sevilmek güvenli midir? Zarar verici, örseleyici midir? Sürekli midir, değişken midir? Koşulsuz mudur yoksa sadece uslu durunca mıdır? Tüm bunlar ilk yaşantılarımızda beliren bir bilinç hali aslında. Sevgiyi ne kadar hakkettiğimize dair gelişen bu bilinç, kendimizi ne kadar sevdiğimizi ve bir başkası tarafından ne kadar sevilmeye izin vereceğimizi belirler. Buralardan öğrendiğimiz şey, bilincin sevgiyi alma ve verme kapasitesi ile ilgili olan tarafını yansıtır. Bir de sevginin yaşanma biçimi var; o da izleyerek öğrendiklerimiz. Anne ve babamız ya da modellerimiz arasında neler olduğu, nasıl tutumların kabul edildiği, hangilerinin reddedildiği, kadının ve erkeğin izlediğimiz türlü türlü halleri, bizim sonradan kullanacağımız veya kullanmayacağımız tutumlara dönüşür. Onların sesleri, kendi iç sesimiz haline gelir. Bu seslerden memnun değilsek, farkındalık düzeyimiz bizi annemiz gibi bir kadın veya babamız gibi bir adam olmaktan kurtarabilir. İşimize yarayan sesleri kabul ettiğimiz, işimize yaramayanları ise onlara iade edebileceğimiz sancılı ama büyüten terapi deneyimlerinden geçmek mümkündür.