Dünyada varlık bulmuş canlı yaşamının temel kaynağı annedir. Annelik, duygularla, deneyimlerle, matematiksel denklemlerle açıklanamayacak bir mucizedir. Geçtiğimiz günlerde bir kadının anne oluşunu çok yakından takip etme imkanı bulmuş biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki annelik dünya üzerinde tanık olunabilecek en büyük, en şaşırtıcı, en akıl almaz hadisedir. Pratik, gündelik hayatımızda biz erkekler ve kadınlar aslında öyle çok büyük biyolojik, fizyolojik farklılıklara sahip sayılmayız. Bizi birbirimizden ayıran şey oldukça basit bir takım yapısal farklılıklardır. Hepimiz doğar büyürüz, yürür koşarız, konuşur, yer içeriz, uyuruz, fiziksel birtakım başka ihtiyaçlarımızın giderilmesine yönelik bir hayatı tesis etmeye çalışırız, hastalanırız ve ölürüz. Bunlar, genel manzaraya bakıldığında erkek ve kadını birbirinden ayırmanın imkansız olduğu özelliklerimizdir. Oysa kadın, hamile kaldığı andan itibaren, tabirimi mazur görün ama, bir “insan yapma makinesi”ne dönüşür. Erkekten aldığı mikroskobik bir hücreyle, neredeyse sıfırdan insan yaratır. İçinde, basbayağı elli ayaklı, sesi, nefesi olan, konuşup gülebilen, adeta yetişkin insanın konsantresi sayılabilecek bir canlı meydana getirir. Her zaman gözümüzün önünde duran bu olay aslında alışılamayacak kadar büyük bir mucizeyi içerir. Bu mucizenin adı anneliktir. Annelik, kadınla erkeği birbirinden ayıran, kadını erkeğin çok ama çok üstüne çıkaran bir kabiliyettir. Tabii bu sözle anneliği kutsadığım sanılmasın. Kutsadığım şey kadınlığın kendisidir. Çünkü şu hayatta ayan beyan gördüm ki, erkeğin “rahim hasedi” Freud’un kadınlar için önerdiği “penis hasedi”nin çok ötesinde, ondan çok daha şiddetli bir şeydir. Kimse alınmasın ama insan soyunun devamlılığı bir kadın başarısıdır. Bilim de böyle söylüyor zaten. Günün birinde erkeklere ihtiyaç kalmayabileceğini, kadının o minnacık hücreye de gereksinim duymadan kendi başına neslini sürdürebileceği sık sık karşımıza çıkan bir gelecek kurgusu.

***

Bütün bunlara rağmen insan soyunun babadan oğula devredilerek sürdürüldüğü kanısı yaygındır. Doğan her bireye (birkaç istisnai kültür/toplum hariç) otomatikman babasının soyadı verilir. Aile, babanın zürriyeti sayılır. Bununla ilgili bilinen en büyük farklılık Yahudi kültüründedir. Yahudilik, babadan değil anneden çocuklara geçer. Bir Yahudi babanın oğlu olmak sizi Yahudi yapmaya yeterli değildir, Yahudi sayılabilmek için Yahudi bir anneden doğmuş olmanız gerekir. 

***

Anne, insanlığın dilleri ve kültürlerinde de çok önemli yer tutan bir varlık ve kavramdır. Bir şeye, bir oluşuma kaynaklık eden, onun temeli ya da dinamosu olan her şeye “ana” adı vermeye yatkınızdır. Anayurt, anakart, ana sigorta, ana kaynak, anaakım, toprak ana, tabiat ana ve daha aklınıza gelebilecek bir sürü örnek. Elbette kadının doğurganlığı ve üretkenliğinin de bu adlandırmada payı büyük ama gözden kaçırılmaması gereken bir başka gerçek de dil dediğimiz şeyin de kelimenin tam anlamıyla “anne” kaynaklı olduğu. Yenidoğan çocuğun ilk tanıdığı, bir bağ kurup geliştirdiği insan annedir. Onunla çok temel bir ilişki üzerinden bağ kurar. Bu bağ, hayatta kalma bağıdır. Henüz doğmuş bir bebek için de bunun en önemli parçası şüphe yok ki beslenmedir. Yani anne sütü. Tanık oldunuz mu bilmem, ben çok yakın zamanda gördüğüm için bu kadar rahat anlatıyorum. Bir bebeği annesinin karnının üstüne ya da yanına yatırdığınızda hemen başını memeye doğru çevirmeye çabalayıp ağzını açarak emme hareketi yapmaya başlar. Çünkü şimdilik dünyadan habersiz sayılabilecek bu bebek için en mühim şey annesinin memesi ve onun vadettiği şahane beslenmedir. Türkçede bu ayrım görünmüyor ama dünya dillerinden örnekle düşünecek olursanız, çocukların anne anlamında kullandığı kelimeler (mom, mamman, mama, mommy vs.) meme sözcüğüyle çok benzer sözcüklerdir. Çünkü konuşmayı keşfetmek üzere olan bir bebek için meme ile mama arasındaki mesafe koşup oynayan bir çocuğun görebildiğinden çok daha azdır. İnsanın ilk söylediği kelimelerden biri, bu yüzden, annedir. Belki de bundan sebep, belki de sırf annemize seslenmeyi öğrenerek konuşmaya başlıyoruz diye dilimize anadili (mother tongue, langue maternelle, Muttersprache) deniyordur. 

***

Anne, bizi karşılıksız, sonsuz ve zedelenmeyen, azalmayan bir sevgiyle sevebilen tek insandır. Ortalığı genellemelere boğan bir insan gibi görünmek istemem ama “terk edip giden baba” sayısı, “terk edip giden anne” sayısından eminim ki daha fazladır. Çünkü baba ve çocuğun ilişkisi çok üst düzey ve derinlikli bir akrabalık bağıdır. Oysaki anne ve çocuğun bağı organiktir. Babalar çocuklarını, kendilerinde, hatta kendi ebeveyninde gördüğü yanlışları düzeltebileceği, böylelikle tüm hataları temize çekebileceği yepyeni bir defter olarak alırlar. Fakat anneler için ortada yeni bir defter yoktur. Doğan çocuk, kendi hayat defterinin içine eklenmiş yeni sayfalardır. Koparılamaz, silinemez. 

***

İnsanın dilinden dökülebilecek en lezzetli kelime “anne”dir. Dünyada var olan birine “anne” diye seslenebilmenin verdiği huzur, güven ve mutluluk paha biçilemezdir. Henüz vakit varken, buruk bahislerde yürek titreten bir kelimeye ya da yalnızca sözlüklerde donup kalmış, kuru bir söze dönmeden bol bol dillendirmek gerektir bu sözü. Çünkü her nefeste anne desek, her göz kırpışımızda onu ne kadar sevdiğimizi söylesek yine de yetmez içimizde ona duyduğumuz şeyi anlatmaya. Çünkü o annemizdir. O dünyanın en güzeli, en iyisi, en şefkatli, en hakikatlisidir. “Anne”, doyulmaz bir sözcüktür.

***

Luis Mariano’nun bir şarkısı var. Artık kültler arasına girdiğini gönül rahatlığıyla söyleyebileceğimiz, Jaco Van Dormael’in Sekizinci Gün (Le Huitieme Jour) filminden de hatırlayan çıkacaktır. Diyor ki Mariano, “Maman, c’est toi, la plus belle du monde.” ‘Annem, dünyanın en güzeli sensin.’ Gerçekten de öyledir, dünyanın en güzeli bizim annemizdir.

Arşiv: Kafa Dergisi Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır.