Ankara’nın Etimesgut ilçesinde geçen sene başlayan Kent Tiyatro Festivali bu yıl da sürdürülebilir bir sanat geleneği kurma hedefiyle yoluna devam ediyor. Ali Cem Köroğlu Sahnesi’nin açılışıyla yeni bir döneme giren festival, hem seyirciyle kurduğu bağ hem de uluslararası prodüksiyonlarla kurduğu ilişkilerle dikkat çekiyor. Festival direktörü Mustafa Avkıran’la hem festivalin yolculuğunu hem de bu sürecin onun kişisel hikâyesindeki yerini konuştuk.

Kent Tiyatro Festivali ikinci yılında. Sürdürülebilir bir festival olma yolunda da ilerliyor. Nasıl hissediyorsunuz?

Mustafa Avkıran: Türkiye’de her şey o kadar gelir geçer ki mart ayından beri yaşanan olaylardan sonra zor olacağını düşünüyordum. Erdal Beşikçioğlu’yla konuştuğumuzda da net bir şey söyledi: Devlette devamlılık esastır. Bizim bunlarla alakamız yok, beş yıl boyunca buradayız ve beş yıl boyunca bu festival olacak. İkinci beş yılımız olursa da devam edeceğiz. Bunu duyunca biz daha çok heyecanlandık. Bir de Ali Cem Köroğlu Sahnesi açıldı. Geçen yıl açmaya çalıştık ama bürokratik ve teknik sebeplerden dolayı açamamıştık. Bu yıl her şey yoluna girdi ve hayata geçirdik. Büyük ölçekli oyunları 613 seyircili sahnemizde, küçük ölçekli oyunları da 200 kişilik küçük sahnemizde yapmaya karar verdik. Ali Cem Köroğlu Sahnesi neredeyse Garajİstanbul’la aynı ölçüde. O yüzden hem benim için hem de eşim Övül için yeniden doğuş hikâyesi oldu.

İlk yıla kıyasla neler değişti? Nasıl bir evrim geçirdi festival?

M.A.: Birinci yıl biz Etimesgut’u ve Eryaman seyircisini tanımıyorduk. Bize sadece verilen bir brief vardı. Burası neredeyse 20 yıldır kültür sanatın uğramadığı, daha çok çalışan insanların olduğu bir yerdi. Aslında entelektüel seviyenin yüksek olduğunu tahmin ediyorduk ama herkes kültürü deneyimlemek, satın almak, izlemek için Çankaya’ya gidiyordu. Geçen sene yaptığımız seyirci söyleşileri bize fikir verdi. Her gösteriden sonra burada satılan biletin yarıdan fazlasının kalıp tartışmalara katıldığına tanık olduk. Bu yıl daha radikal kararlar aldık. Çağırdığımız işlerde geleneksel ve popüler olan, çok yeni ama bir yandan da daha alışılagelmiş kodları olan ekiplere yer verdik. Okan Bayülgen gibi bir televizyon starını davet ettik ama onun riskli yeni işini alarak bir yol çizdik. Totalinde baktığımızda bütüncül sanat yapısı içinde oluşturduk.

Kitleyi tanımak, oyun tercihlerinde etkili oldu mu?

M.A.: Olmaz mı, oldu tabii. Basın toplantısı yaptığımız gün altı-yedi etkinliğin biletleri bitmişti. Bu gerçekten takip ettiklerini gösteriyor. Bir yıl boyunca demekki bu festivali beklemişler. Onlar beklemişler ama ben böyle beklemiyordum.

Festivalle beraber oyunlar geliyor. Fakat ben sezon içerisinde bu oyunların Ankara turnelerinde bu sahneyi pek göremiyorum. Genelde Çankaya’yı tercih ediyorlar yine.

M.A.: Bence bundan gelecekler. Ali Cem Köroğlu Sahnesinin temel işlevi bu olacak. Çünkü büyük sahneye getirmekte zorlanabilirlerdi ama mesela Uykusuz Bir Rüya, Salim oyunu tek başına büyük sahneyi dolduruyor. Oyun da çok etkili bu bakımdan. Bu sefer double check ederek repertuvar yaptık ama bence En Sevdiğinden Başla bundan sonra burada oynayabilir. 

Açılış konuşmasında Ankaralılar festivale sahip çıktı demiştiniz. Gelecek seneler için beklentinin yükseğe çıkması demek. Bu sizde endişe yaratıyor mu?

M.A.: Biz gelecek yıl için Isabelle Huppert’in ve Pina Bausch’un bir işini getirmek istiyoruz. Çıtayı daha popüler ve büyük kumpanyalara nasıl çıkarırızı konuşuyoruz. Hamburg’tan Oidipus Dörtlemesi var. Yurt dışından prodüksiyonları getirmek için uğraşıyoruz. Küçük oyunlarda da daha ilk işleri göreceğimiz çalışmalar olacak. Kuşkondu Müzikali’nin farkı o, burada prömiyer yaptı. Belki Ankara’dan bir takım gruplara iş ısmarlamak gibi fikirlerimiz var. Biraz üretime teşvik edeceğimiz festivale dönüşeceğiz.

Geçen seneki söyleşimizde “Gelecek sene programı erkenden yapıp yurt dışından gelmek isteyip de gelemeyen ekiplere yer açmak istiyoruz” demiştiniz. Bu planınızı gerçekleştirdiniz mi?

M.A: Ne yazık ki gerçekleşmedi. Biz Wayqeycuna geçen sene getirmek istiyorduk. Şu an dünya festivallerinin en popüler işlerinden biri. Gerçekten çok acayip. Rinse oyununu da Edinburgh’ta yakaladık. Tayland ve Avustralya’dan geliyorlar. Yoksa büyük bütçe. Biz bu aşamada büyük bütçeler karşılayamayız. Beytna mesela Lyon’dan geldi. Festivalin üç büyük işleri bunlar. Çok fazla işi kaçırdık. Ben gelecek yıl konuşsaydım hepsi gelirdi ama ne yazık ki konuşmam haziran ayını buldu. Avignon’a gittiğimde konuşabildim. 

İstanbul Tiyatro Festivali için İKSV yurt dışından prodüksiyonlu oyunlar getirebiliyor. Sizin onlarla rekabet etme durumu yok değil mi?

M.A.: Tam tersine ortaklık yapma fikrimiz var. Leman Yılmaz’la konuştuk. DasDas’ın IO Festivali’ni yapıyor. Gelecek yıl La Distance’ı beraber getireceğiz. Bunu aslında büyütmek lazım. Biletinial’la ortaklık yapılabiliyormuş. Bunu yeni öğrendim. İstanbul Tiyatro Festivali için prömiyer istiyorlar, biz onlardan tarih olarak önceyiz. Fakat 13 Ekim Ankara’nın başkent oluşunun yıl dönümü olduğu için 13 Ekim’i içine alan bir tarih olmalı. Ekim ayı aynı zamanda tiyatronun da başlangıç ayı sayılabilir. Ekipler daha rahat geliyorlar ekim olunca.

Yurt dışından gelen oyunların hepsi dans/performansa şeklinde. Bilinçli bir tercih miydi?

M.A.: Oyunların gelebilenleri yan yana gelince öyle durdu. Beytna ve Wayqeycuna çok büyük bir iş. Rinse ve Thirst’ün işi dans oldu. Biz zaten dans yapmayı istiyoruz. Ermira Goro ne yapsa gelsin. The Dogs’a yer vermek istedik fakat ekibin Yunanistan’da oyunları devam ettiği için gelemediler. Tekrar Türkiye’ye gelince Ankara’ya de getirmek isteriz.

Uzun yıllardır tiyatroyla iç içesiniz. Bu festival sizin kişisel yolculuğunuzda nasıl bir yerde?

M.A.: Bunu Övül’le konuştuk. Biz çok kendini anlatmayı seven bir çift değiliz. Bir yerlere proje verelim diyemiyoruz. Hayatımızda ilk defa bir yapıya eklenmek çok iyi geldi. Erdal kendi düşüne bizi ortak etmesi iyi geldi. Bu düşün parçası olurken de kendi cumhuriyetimizde yaşıyoruz. Erdal gerçekten özel bir adam. “Usta gel Ali Cem Köroğlu Sahnesini yap,” dedi gitti. O sahneyi biz Özlem Hanım’la yaptık. Her şeyine çalıştık. “Festival programını yaptın mı?” dedi. “Yaptım” dedim. Aramızdaki sohbet tamamen bundan ibaret. Garajİstanbul’dan sonra bizim için en kıymetli şey oldu. Umarım uzun ömürlü olur.

Festival programını buradan takip edebilirsiniz.