Sunay Akın
Trabzon’un Maçka ilçesinde okuyan Oktay Özten, okul kapanır kapanmaz, yaz tatillerinde İstanbul’da alır soluğu. Lise öğrencisi Oktay’ı Beyoğlu’nun ışıklı tabelalarının altında ya da Sultanahmet Meydanı’nda fotoğraf çeken turistlerin arasında göremezsiniz. O, 1986 ile 1990 yılları arasında, okul harçlığını çıkarmak için dayısı Temel Karahasanoğlu’nun yanında çalışmak için gelmiştir İstanbul’a. Kentin sokaklarında, meydanlarında, caddelerinde karşımıza çıkmamasının nedeni de dayısının işi gereği denizde oluşudur.
Temel Karahasanoğlu, iki yakasını bir araya getirmek için her gün işten eve, evden işe giden insanları İstanbul’un iki yakası arasında taşıyan vapurların büfelerini işletmektedir. Hangi vapurlar mı? Hemen sayalım adlarını: İhsan Kalmaz, İnkılap, Kuzguncuk, Turan Emeksiz, Fenerbahçe ve Paşabahçe… Boğaz’ın martılarına arkadaş olsunlar diye gövdeleri beyaza, bacaları ve can simitleri sarıya boyanan vapurlarda gün boyu çay dağıtır, Oktay Özten. İlk seferden son sefere, vapurun küpeştesinden burnuna, burnundan küpeştesine, elinde çay tepsisiyle gider, gelir.
İstanbul Oyuncak Müzesindeki sohbetimizde, İBB’de İSMEK’lerden sorumlu Hayat Boyu Öğrenme Müdürü olarak görev yapan sevgili Oktay’dan İstanbul capurlarının bilinmeyen tarihine dair çok şey öğrendim. Dinlerken de Şirket-i Hayriye’nin tarihini, vapurların, iskelelerin, kaptanların öykülerini yazan Eser Tutel ustamızı rahmetle andım, aramızda olamayışına çok üzüldüm. Üzüldüm çünkü yolculara çay dağıtan garsonlar, İstanbul vapurlarının öyküleri yazılmamış oyuncularıdır. Ellerinde sadece çay değil, kışın sahlep, yazın Kanlıca yoğurdu, gazoz, simit ve naneyle de görürdük onları. Melih Cevdet Anday’ın “Şinanay” şiirinde çıkarlar karşımıza. Bu şiirden bir dörtlük okurken şinanayın şarkılarda söylenen “şıkıdım şıkıdım” türünden bir söz olmadığını, gemici feneri anlamına geldiğini bir kez daha belirtmiş olalım:
Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi kahveci gazozcu
Şinanay da şinanay
Çalışmaya başladığı ilk günlerde acemiliği üstünden atamaz Oktay. Çayları yolcuların üstüne dökme ve simitleri düşürme korkusuyla adımları yavaş, bakışları ürkek, sesi de çekingendir.
Bir sabah, vapur Büyükada İskelesi’nden Eminönü’ne sefer yaparken bir yolcu “Simit böyle mi satılır evladım?” diye çıkışır. Oktay’ın yüzü kızarırken Yorgo adındaki yolcu “Dur sana bir mani yazayım” der ve şu dizeleri döktürür:
Amerikan unundan
Eminönü fırınından
Yeni çıktı fırından
Midenin fakir dostu
Gariban pirzolası
Simite geeeeeel
Yüzü kızaran genç garson söyleyemem dese de Büyükadalı yolcu ödev veren bir öğretmen edasıyla seslenir; “Akşam dönerken bunu söyleyeceksin evladım, duyacağım.”
Oktay Özten, Yorgo Bey’in Yeşildirek’de bulunan Tutku çamaşırlarının satış müdürü olduğunu ve o akşam maniyi bir kanarya şakırdaması gibi vapurda söylerken Büyükada’nın değerli simasının yüzünde beliren tebessümü asla unutmaz.
Keşke her anısı Yorgo Bey gibi güzel olsaydı Oktay’ın! Melih Cevdet Anday’ın Şinanay şiirinde “Lüküs kamarada kimler oturur” dizesinde geçen yer vapurların alt katında ve arka tarafındaydı. Bu mevkide masaların etrafındaki koltuklarda oturan yolculardan yanlarına gelen görevli bilet keserek fazladan ücret alırdı.
Lodoslu bir havada, ada seferini yapan Fenerbahçe vapurunun lüküs kamarasında oturan bir yolcu, sohbet etmekte olduğu arkadaşı ve kendisi için kahve siparişi verir. Kahveleri taşıyan Oktay fincanları tepsiden alıp uzatacakken vapur sallanır ve kahve siparişi veren yolcunun üstüne dökülür. Hâliyle sinirlenen adam “Gözüm görmesin seni” diye çıkışır. Oktay Özten’in bu anı unutamayışının nedeni, üstüne kahve döktüğü yolcunun sinema dünyamızın usta oyuncusu Hüseyin Peyda oluşudur!
İstanbul’un iki efsane vapuru Fenerbahçe ve Paşabahçe arasındaki yarışları unutamaz bir de! Akşam, saat 19.15’de Adalara gitmek üzere Sirkeci’den kalkan Paşabahçe ve Kabataş’tan kalkan Fenerbahçe vapurları Sarayburnu önlerinde kafa kafaya gelirler. Haydarpaşa mendireğinin Marmara ucuna kadar normal süratte giden vapurlar, Boğaz trafiğinden çıkar çıkmaz, adalara doğru yarışa başlar. Denizin mavi kumaşını ustalıkla kesen bir terzinin makası gibi yol alan vapurlar arasındaki yarışı kazanan hep Paşabahçe olur.
İstanbul vapurlarının unutulmaz yüzlerinden, kentin denizcilik tarihini konuşmak için televizyon programıma konuk etmekten onur duyduğum, İstanbulluların “Burhan Pazarlama” olarak tanıdığı seyyar satıcı, değerli ağabeyim Burhan Demircan’ın Paris’ten İstanbul’a dönerken uçak yolcularına da bir şeyler sattığını öğrendim sevgili Oktay’dan, vapurların bir başka renkli yüzü “Tombalacı Yasin”in Çınarcık depreminde hayatını kaybettiğini de.
Ama sohbetimizde beni en çok etkileyen, simitin en çok Kadıköy vapurunda satıldığını öğrenmek oldu…
Kadıköy vapurunun arkasına takılan martılar, okul harçlığımı çıkarmak için geldiğim İstanbul’da bana çok para kazandırdı, dedi Oktay; “Çünkü Kadıköylüler hayvanseverdir!”