Birkaç yıl önce, pop müzik yıldızı Gülşen giyim tarzı nedeniyle muhafazakâr basın ve devlet tarafından hedef alındığında geniş bir dayanışmayla karşılanmış, bu destek onu kısa sürede neredeyse bir özgürlük ikonuna dönüştürmüştü. Ancak bir süre önce yaşanan ifşa dalgası sırasında, üstelik kimse fikrini sormamışken, ifşa pratiklerine ilişkin kuşkularını dile getirdiği görüşleri bu kez aynı kitlede belirgin bir hayal kırıklığı yarattı.

Bu hayal kırıklığının ardında Gülşen gibi ünlülerin ani ve yüzeysel yüceltilmesinin ötesinde daha derin bir problem var: Ünlülere taşıyamayacakları neredeyse kesin olan misyonlar yüklenmesi. Ünlü kişilerin sahne kostümleri veya LGBTİ+ renklerine sahip bir bayrakla sahneye çıkmaları  gibi sembolik jestler, politik duruşun kanıtı gibi algılanıyor ve aslında  düşünceleri ve siyasi çizgisi tam olarak bilinmeyen bu figürler salt görünüşleri üzerinden belirli bir yere konumlandırılıyor. Salt görüntüden politika üretmeye dayalı bu vekalet ilişkisi de elbette kırılgan bir zeminde yükseliyor. Ünlümüz kendisine atfedilen konumla uyuşmayan bir şey söylediğinde hayal kırıklığı yaşamak kaçınılmaz oluyor. İnsanın verdiği destek sayesinde ünlülüğünde payı olduğu kişilerden hesap sormasının doğallığı bir yana, ünlülerin şu ana kadar hayal kırıklığı uğratmadığı bir senaryo bulmak da neredeyse imkânsız. Zira sorun bireyin kendisinden ziyade, beklentinin inşa edildiği bu yüzeysel ortamda filizleniyor.

En muhalif duran ünlüye bile yakından baktığımızda aslında geleneklere ne kadar yakın olduğunu görebiliriz ki bu da kıyafetlerin anlamsızlığını ifşa eder  (bkz: Gülşen’in “tutarsız” gibi görünen beyanları). Bir dönem feminist “kız kardeş” olurlar, başka bir zaman milli duygularla coşarlar.  Arkalarında kitle psikolojisini çok iyi okuyan bir PR ekibi vardır ve bizim duruş gibi gördüğümüz şey onlar için aslında bir uyum mekanizmasıdır. Politik olan, çoğu zaman yalnızca görünürlük düzeyinde kalır: sahnede söylenen birkaç “hip” cümle, sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf, bir imza kampanyasına destek.

Elbette, ünlülere bu türden misyonlar yüklenmesinin ardında, gündelik insan hakları mücadelesinde hissedilen derin yalnızlığın payı büyük. Örgütsüz bir toplumsal yapıda, insanlar hak mücadelelerini görünür isimler üzerinden sürdürebileceğini, onlardan  destek alınırsa işlerin kolaylaşacağı düşünülüyor. Bunda sanatın ulvi bir şey olduğu inancının yanında kurulan kişisel bağ yanılsaması da rol oynuyor. Ünlü, ürettiği işi bizzat sunduğu için ilişki doğrudan ve samimi hissedilir. Müzik ve sinema gibi duygulara hitap eden, didaktik olmadığı düşünülen, afaki alanlar, güçlü bir yakınlık illüzyonu yaratır. Bu yüzden ünlülerden gelen destek, sıradan bir yurttaşınkinden daha “anlamlı” görünür. Oysa bu mesleğin doğasında duygunun metalaşması, paketlenip dolaşıma sokulması vardır. Alternatif olduğu söylenen pek çok isim dahi belirli bir duyguyu üretir, çoğaltır ve satar. Duyguların değişim değeri, zamanın ruhuna ve dolaşım ağlarının ne istediğine göre hızla değişebilir.

Belki de en acıklı olan, aynı figürlerin kimliğimize ve varoluşumuza dair sembolleri kullanarak para ve ün kazandığı gerçeğine rağmen, bu ilişkinin samimi ve karşılıklı olduğuna dair umudu sürdürmek. Aslında dayanışma ihtiyacımız ile tüketim kültürünün yüzeyselliği arasında gidip geliyoruz, bu da aidiyet ve direnç beklentimizi, ruhunu yitirmiş bir piyasa dinamiğine bağlı kılıyor. Ünlüler bize bir şey vaat ediyor gibi görünüyor, şarkılarında bir şey buluyor, yalnız olmadığımızı, görüldüğümüzü düşünüyoruz. Hayranlık kolektif hayal gücümüzün yansımasına dönüşüyor.

Kostüm kimlikler, imaj ekonomisi

Bu mekanizmanın küresel ölçekteki en çarpıcı örneklerinden biri hiç şüphesiz Beyoncé. Bir ödül töreninde dev harflerle “Feminist” yazan bir platformun önünde sahne aldığında liberal feministlerce yere göğe sığdırılamamış ve en azından dinleyicilerine iyi örnek olacağı umulmuştu. Ardından country estetiğine kayarak, aslında Amerikan yerli halkını yok eden bir geleneğin simgesi olan kovboy imajını sahiplendi. Sonra bir baktık başka bir şarkıda Amerikan bayrağına sarılıyor, bir sonraki davette Trump’ın çocuklarıyla aynı masayı paylaşıyor. Yan yana durması mümkün olmayan bu kimlikleri, her albümle birlikte kostüm gibi değiştiriyor. Benzer kaymalar başka pop figürlerinde de net bir şekilde izleniyor: Lady Gaga, bir kuir ikonu olarak girdiği piyasadan Joe Biden’ın başkanlık töreninde şık bir tayyör içinde ABD milli marşını söyleyen sistem-dostu olarak çıkmıştı örneğin.

Birçok yıldız kamusal personasını marka işbirlikleri ile eşleştirerek söylem ile pazar arasında son derece esnek köprüler kuruyor. Tüm bu örneklerde ortak olan şey, çeşit çeşit kimliğin bir paket stratejisi olarak giyildiği. Böylece kimlik aslında alıp satılan bir meta haline geliyor. Zira ünlüler zamanın ruhunu koklayıp öncü bir imaj inşa ederek her dönüşümlerini bir estetik şölene dönüştürüyor ve her seferinde hem prestij hem de gelir elde ediyor. Yıllar içinde tekrarlanan yeniden doğuşlar, sahne formunun ve estetik yönetimin ustalığını gösteriyor. Bu, tartışmasız bir profesyonellik göstergesi. Fakat aynı profesyonellik, popüler figürlerin toplumsal meselelerde nerede duracağını da belirliyor. Kıyafetin imasına göre o dönem belirli bir konu hakkında fikir belirtiyor gibi görünmek de imajın bir parçası oluyor. Şöhretin sürekliliği, imajın güncelliğiyle sağlanıyor. Ancak sisteme (yani sermayeye) göbekten bağlı oldukları için, kendi ışıklarını söndürme ihtimali olan her sözü ve tavrı bir işarette kenara bırakabiliyorlar.

Reklam anlaşmaları performansların sınırlarını çiziyor. Turne sponsorları rotaları belirliyor. Dijital platform listeleri görünürlüğün kapılarını açıyor. Telif ağları ve ajanslar dolaşımı düzenliyor. Söylenecek her söz bu ağların risk filtresinden geçer. İmaj, kırılgan bir cam fanustur ve sürekli korunması gerekir. Bu nedenle duyarlılık bir kostüm gibi giyilir; mevsimi geçince çıkarılır. Ünlünün kurabileceği ve kuramayacağı cümleler arasındaki sınırını belirleyen şey ekonomik ve siyasal bağlardır. Onay akışı ile gelir akışı birbirine bağlandıkça, politika imajın gerisine itilir. Ünlülük, olağanüstü bir onay makinesi içinde yaşamak demektir. Her gün binlerce kişinin sevgisi, beğenisi ve hayranlığıyla yıkandığınızı düşünün. Bu duygu akışı kolayca bağımlılık yaratır ve en ufak bir kayıp, varoluşsal bir sarsıntı olarak hissedilebilir. Yani keskin politik ifadelerden uzak durmanın akıllı bir kariyer strateji olmasının yanında narsisist bir tarafı da var.

Bu nedenle ünlülerden tutarlı “söylemler” beklemek yerine, belki de onlara o kadar da özel olmadıklarını hissettirmek daha akıllıca olabilir. Sonuç olarak bir ünlü sahnenin ışığı altında parlar ve çoğu zaman sistemin dilini yeniden üretir. Gerçek değişim duygularımız ve kimliğimiz üzerinden milyarlar kazanan bu isimlerin iki dudağından çıkacak sözde değil, olsa olsa, ışıkların düşmediği yerde, yan yana duran insanların ittifakında filizlenebilir, zira hak mücadeleleri trendlerin değil kolektiflerin işidir.