Şevket Çoruh ve İlker Ayrık’la Bir Baba Hamlet üzerine
Bir Baba Hamlet sadece bir oyun değil; absürdün, mizahın, biraz da hayatın ta kendisinin sahneye taşınmış hâli. Seyirciyle kurduğu interaktif ilişki, güncel olaylara verdiği göz kırpmalarla zihnimde. Şevket Çoruh ve İlker Ayrık’la sahnenin büyüsünden tiyatronun yüklerine, ödüllerden hayallere samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle 600. oyun için şimdiden tebrik ederim. Harbiye gibi büyük bir açık hava sahnesinde oynayacaksınız. Nasıl hissediyorsunuz?
Şevket Çoruh: Harbiye, İstanbul’un en güzel açıkhava sahnesi. Orada birçok konser, oyun izledim. Hatta öğrenciyken promosyon elemanı olarak çalıştım. İstanbul Caz Festivali zamanı tişörtler, şapkalar, program kitapçığı satmışlığım var. Otantik yapısıyla, konumuyla harika bir mekân. Bir diğer taraftan da Rasim Abi’nin kavuğu bana teslim ettiği yer. Pandeminin bütün olumsuzluğuna rağmen, tiyatro seyircisinin tamamen doldurduğu bir “kavuk töreni” olmuştu. Bir Baba Hamlet oyunu için şunu söyleyebilirim, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntılı günlerde, bu sanat ikliminde, bir oyunun bu rakama ulaşması çok önemli. Bu oyunun her oyun gibi bir macerası var. Murat Akkoyunlu’yla başlayan, Günay Karacaoğlu’yla devam eden ve İlker Ayrık’la süren bir macera bu.
İlker Ayrık: 600. oyun… 1’den 600’e kadar saymaya başlasan dakikalarını alabilecek kadar büyük bir rakam. Dile kolay dedikleri bir mesele. Harbiye, tüm şehrin kalbinin atabildiği sembolik bir buluşma noktası, bir kültür sanat merkezi. Orada Müjdat Gezen Sanat Merkezinden abim, ustam olan Şevket Abi’yle Baba Sahnenin 600. oyununu oynamak nefis bir şey. Hani kanadın yok uçasın derler ya biraz öyle.
Bu kadar uzun süre oynayacağınızı tahmin ediyor muydunuz? Biraz seyirciyle de belli oluyor aslında.
Ş.Ç.: Böyle bir niyetle başlamıyorsun. İyi bir oyun, iyi bir eser çıkarayım diye başlıyorsun. O da kendi kendine bir macera oluyor. Ferhan Abi Ferhangi Şeyler’i ben iki sezon oynarım sonra bitiririm diye oynamamıştır. Lüküs Hayat da öyle. Yıllarca oyuncuları değişmiş ama o macera devam etmiş. Sahnelenen oyunun rüştünü ispat etmesiyle ilgili bir şey. Bir işin klasik olma hâli vardır ya işte biz o dönemleri aştık sanırım, ilkel dönemini, arkaik dönemini bitirdik şimdi klasik dönemine gidiyoruz. Bir oyun 20 sene, 25 sene oynayabilir. Dünyada çok örneği var. Onlardan biri de bu oyun, neden olmasın. İşin asıl zor tarafı buna benzer başka oyunları tekrar yapabilme durumu.

Sizin için Şevket Çoruh’la oynamak nasıl bir his?
İ.A.: Şevket Abi ile Caner (Güler) Abi olmasaydı, 1999 senesinde Müjdat Gezen Sanat Merkezine yaptığım bir başvuru olmayacaktı. Başvuru yapamadığıma göre okulu o sene kazanamayacaktım. Ertesi sene ne olur ne biter belli değil dolayısıyla benim okulu okumamdaki en büyük öğelerden, en büyük fırsatlardan biri Şevket Abi ile Caner Abi. Bir de tabii ki bizim parantezimizin dışındaki çarpanımız her zaman Müjdat Gezen Hoca. 1999 yılında gittim okula. Ön kayıt bitmiş. İki öğrenci demiş ki “Niye ön kayıtı bitirdiniz?” Müdür de “Personelim yok” İki öğrenci “Anadolu’dan bir sürü çocuk geliyor, ver evrakları biz alalım ön kaydı” deyip hiçbir sorumlulukları yokken teknik olarak oturmuşlar bir masaya. Son gelen sekiz-on ördeği topluyorlar. Hâlden anladıkları için. Ben de son dakikaya kalanlardanım. “Kaç doğumlusun?” dedi Şevket Abi. “1979 hocam” dedim. Kim olduğunu da bilmiyorum ki. “Sana söylemediler mi? 1979’ları bu sene almıyoruz.” dedi. Mahvoldum, kanım çekildi, sarımsak gibi beyazladım, taş kesildim. Sonra “şaka lan şaka” dedi. 26 sene sonra ben küçücük bir çocukken “Gel gel tamam senin de başvurunu alalım” diyen bir adamla harbiyede 600. oyunu oynamak biraz tüyler ürpertici. Şevket Abi, kavuk, Harbiye, Bir Baba Hamlet, 600. oyun… boşlukları sen doldur.
Bir Baba Hamlet‘i izlemeyenler için nasıl anlatırsınız?
Ş.Ç.: Bir Baba Hamlet güncelle birebir örtüşen bir iş olduğu için, oyun Türkiye’nin iklimiyle de değişiyor. Belki alametifarikalarından bir tanesi de budur. Eskimemesinin, her sene kendi üstüne biraz daha koymasının ve büyümesinin sebebi de bu sanırım. Türkiye’de her gün bir şey değişiyor, farklılaşıyor. Artık bizi güldüren en acayip olaylar, bu kadar da olmaz dediğimiz tuhaflıklar, Türkiye’nin siyasi ortamında.
“Çürümüş bir şeyler var Danimarka Krallığı”nda cümlesi ülkemizle ne kadar örtüşüyor?
Ş.Ç.: Bence hiç örtüşmüyor.
İ.A.: Zerre alakası yok. Bu bir Kuzey Avrupa hikâyesi yani.
Ş.Ç.: Evet evet, yani Danimarka’da geçen…
İ.A.: Bunu bir Kopenhaglıya falan sorman lazım.
Mizahın ve absürt öğelerin toplumsal meseleleri ele almada bir gücü var mı?
İ.A.: Bir şeyi hamur hâline getirebilmek, onu şekillendirebilmek için, birtakım şeyler eklemen gerekir. Mizah da yaşamdaki katılığı, hamur hâline getirebilmek için, şekillendirilebilir, konuşulabilir. Ortaya koyduğun çözeltinin en önemli katkı maddesi. Gastronomiden gittik ama mizah bunun anahtarı.
Ş.Ç.: Bir de tabii başka yerden bakmak, dediğimiz bir durum var. Gördüğümüz ya da görmezden geldiğimiz büyük gerçeklikler var. Mesela Orta Doğu yanıyor. Büyük bir savaş var. Ama hiçbir şey olmuyormuş gibi tüm dünya yaşamına devam ediyor. Bu çok absürt değil mi? Daha absürt ne olabilir bilmiyorum? Yok sayıyorlar. Dünyayı boş verin, Orta Doğu’nun birçok yerinde öyle bir savaş yokmuş gibi yaşıyor insanlar. Ama orada büyük acılar yaşanıyor. Üstelik bu acıya sebep olanlar, gaz odalarında soykırıma uğrayan insanların torunları bu çok trajik değil mi? Globalleşen dünya, iletişim çağı, bilgi çağı… Hani bilincimizi çok artırmıştı. Bütün bu olanlara kayıtsız kalmak, dünya düzdür demek gibi bir şey aslında. Absürtlükte hiç değişmeyen bir ilkeselik var. Yüzyıllardır savaş var, yine var, ne değişmiş? Evet, yan tarafta, yani bu sokakta birileri birilerini vururken başka sokakta bir mekânda insanlar büyük bir hışımla göbek atabiliyorlar. Mesela, size, bize ne absürt gelebilir? Hayatın, akışının sürekli değiştiği, yaşananların absürt ve saçma denilebileceği, bir ülkede yaşadığımız için, absürt bizde tutmaya da bilir.
Bir Baba Hamlet‘in alametifarikası nedir? Neden bu kadar seyirci tarafından böyle seviliyor?
İ.A.: İnteraktivitesi var, açık biçim. Başka ülkede yaşayamam dedirten bir takım örnekler vardır ya, sanki bu örneklerin bir bütünü gibi. Özellikle seyircisine bu anlamda büyük konfor sunuyor. Hayatının bir parçasıymış gibi rahat izleyebildiği bir oyun. Seyirciyle herhangi bir entelektüel dalaşa girmeyen, üstten bakmayan, keşfi seyircisiyle beraber yapan bir oyun diyebilirim.
Baba Sahneyi kurarken ne hayal etmiştiniz? Bugün geldiği noktaya baktığınızda bu hayal ne kadar gerçekleşti?
Ş.Ç.: Baba Sahnenin daha büyük hayalleri var ama o hayallere ulaşmak için adımlar atmaya çalışıyoruz. Yani uzun sözün kısası, adımlarımız hızlı, yavaşlamadı. Daha iyi oyunlar, belki bir tane daha sahne kurabilme hayalimiz var. Bunlar Türkiye’de hızlı olmuyor. Çok istediğim “Bebe Sahne” meselesi var. Yalnızca çocukların tiyatro seyircisi olduğu böyle bir sahne. O kadar çok sorunu var ki Türk Tiyatrosunun. Türkiye’nin sorunlarını düşününce biz devenin kulak tüyü gibi kalıyoruz.
Siz bir tiyatro sahibi olarak tiyatrodan para kazanıyor musunuz?
Ş. Ç.: Tiyatro yapmak bir yatırım aracı değil, olamaz. Öyle olsa büyük holdinglerin tiyatroları olurdu. Sakın tiyatrodan para kazanılıyor gibi bir şey düşünmesinler. Tiyatrosu olan birçok oyuncu, Ali Poyrazoğlu’ndan, Kenter Tiyatrosuna oradan Orta Oyunculara kadar hiçbiri çok mutlu, huzurlu değildi. Hepsi vergi borçlarıyla kapandı. Öyle bir karşılığı olan bir durum değil. Hele bir tiyatro işletmek, özellikle bir özel sermaye arkanızda değilse daha da zor. Biz şu anda kendi oyunlarımızı oynuyoruz. Kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz. Ancak buna yetecek parayı kazanıyoruz. Bu bitmeyen bir maraton. Umarım sıkıntılar aşılır. Devlet, tiyatro tanımını yaparken, “Tiyatrolar ticari işletme mi, değil mi?”yi bir gözden geçirmesi lazım. Yani kamusal alan yaratmış kurumların vergilendirilmesi ile tiyatro ve sanat kurumlarının vergilendirilmesini birbirinden ayırmaları gerekiyor. Çünkü 9 aylık bir sezonda 12 ay maaş ödemesi gereken bir sektör bu. Dükkân kiraları, depo kiraları, turne maliyetleri, turneye gittiğiniz zaman nakliyesi, ulaşımı, konaklaması, yani bunların hepsi yan yana koyulduğu zaman büyük bir şey. Türkiye’nin her yerinde oynamak istiyorsun ama küçük kapasiteli bir salona gittiğiniz zaman maliyetini kurtarmıyor. Şu anda benzinin fiyatını düşünmek zorundasın. Otel fiyatlarını düşünmek zorundasın. Bilet fiyatlarını düşünmek zorundasınız. Bilet fiyatlarını çok yüksek yapamazsınız çünkü ülkemizde sanat ihtiyaçlar piramidinde ilk gözden çıkarılabilecekler arasında. Türkiye’de bir tiyatro işletmecisi, sanattan çok giderleri düşünüyor. Oturup bunları konuşmak zorunda kalıyoruz. Öbür türlü tiyatroyu ayakta tutmamızın imkânı yok.

Oyunculuk yapmak isteyenlere bir tavsiye verir misiniz?
Ş.Ç.: Oyunculuk, sevgi ve inanç meselesi. Bu sevgi ve inançlarının, içlerindeki ateş sönmesin istiyorlarsa, o ateşi söndürmemek için ellerinden geleni yapmaları gerekiyor. Yani ne yaparlarsa o ateş canlanır, bu soruyu kendilerine sorsunlar ve cevaplarının peşinden gitsinler. Yaşadığımız, bütün yoksulluklara, zorluklara, acılara rağmen hep devam etmemiz gerektiğini, yeni sezonda yine seyirciyle buluşacak güçlü bir oyun, hayal etmekten, vazgeçmemeleri gerektiğini söylerim.
İ.A.: Bu sabır ve inat meselesi. Hem sabredeceksin hem inat edeceksin. Derdi çok tabii ki. Hep dertlerini konuşuyoruz. Ayının 50’li hikâyesi varmış. 49’u balla ilgiliymiş. Bizimki de öyle. Ama o kalan bir tanesi mükemmel. Çok uzun süresi dertli. Çok az zamanda da büyük keyfi var ama çok şiddetli bir keyif o.
Bu kadar oyun arasından neden Bir Baba Hamlet‘e gelsinler?
İ.A.: Basit bir yerden söyleyeyim. 8 sezonda yüzlerce oyun, yüz binlerce seyircinin vardır bildiği demek bile bir referans. Oyunu övmek yerine diğer tarafını söylemek daha basit.
Ş.Ç.: Oyunlar sahnelenirken, ne kadar çok oyun konulduğu değil, ne kadar nitelikli oyun konulduğu önemli. Bu arada nitelikli ama seyirciye ulaşamayan oyunların da olduğunu düşünüyorum. Aslında çok kaliteli olmasına rağmen seyirciye ulaşamayan oyunlar için ne yapılabileceğini düşünmek gerekiyor.
Ödül kavramına nasıl bakıyorsunuz? Seyirci kazandırmıyor mu ödüller?
Ş.Ç.: Bir oyuncuyu, bir tiyatroyu, bir dekoratörü, bir müzisyeni, tiyatroyla ilgilenen birini cesaretlendirecekse, ona bir güç verecekse mutlaka olmalı. Yani bütün ödüllere saygım var. Onun haricinde bize kattığı özel bir şey yok. Seyirci kazandırmıyor. Bu sene ödül almış bir oyuncunun önümüzdeki sene oyunu dolup taşmıyor. Ama o sene cesaretlendiriyor. Belki tiyatrosunun tanınmasında yardım oluyor. Onun haricinde bir durum yok. Türkiye’de ödül mekanizması vs. çok tartışılan bir şey. Ben ne çok önemsiyorum ne de önemsiz buluyorum. Ödüllerdeki en büyük payı ödülü veren kurumların aldığını düşünüyorum.
İ.A.: Tabii alana değil, verene bak.
Ş.Ç.: Evet, veren kurumların yararına bir durum var. Bütün büyük kurumlar ödül yerine para versinler tiyatrolara. Ya da muhteşem bankaları düşük faizli kredi versinler. Daha büyük ödül olabilir. Yoksa elinize aldığınız o küçücük heykelciği sonra kapınız çarpmasın diye kapının kenarına koymuş bulabilirsiniz kendinizi. Bu kadar büyük organizasyonlar yapılacağına daha küçük bir organizasyon yapıp kendi yağında kavrulmaya çalışan tiyatrolara destek amaçlı bir şey yapsınlar. Yapı Kredi Bankası yapıyor Afife Tiyatro Ödülleri’ni. En azından tiyatroculara, sanatçılara uygun faizli kredi versin mesela. Ödül budur. Öbürü bir heykelciktir. Bizim kalbimizde Türkiye’de sahneye çıkan tüm meslektaşlarımız ödülü hak eden insanlardır. Türkiye’de bu işi yaparak, bu zor memlekette bu işi yaparak zaten ödül sahibidirler. Ama özel sermayeler eğer destek vermek istiyorsa yarış hâlinde olmalılar. Kültür Bakanlığının tiyatrolara vermediği desteği onların vermeleri daha iyidir. Bunu düşünsünler. Afife Jale’yi biz de anmasını biliyoruz yani.
İ. A.: Sakin ol Şevket Abi.
Oyun izleme şansımız oluyor mu? Bize üç oyun önerir misiniz?
Ş.Ç.: Kendi tiyatromuzda oyun izleme şansım oluyor. Boş günlerimde diğer sahnelerde yakaladığım oyunları izliyorum. Biz yılda yüz kusur oyun oynadığımız için ve dizi seti olduğu için çok az vaktim kalıyor. Birçok arkadaşımızın oyununa da gidemiyorum. Oyun önermeye gelince, Nokta’yı öneriyorum. Şirreti Evcilleştirmek’i öneriyorum. Bir de Dıkşın: Büyük Şans. Bonus olarak Şahları Da Vururlar. Genç nesil seyretmedi. Yani hem Ferhan Abi’nin mizahıyla tanışmaları, hem de çok güçlü bir oyun izlemeleri açısından tavsiye ediyorum. Bilmeyenler için oyun Ses Tiyatrosunda. Büyük bir nostalji. Dönemle de örtüşen bir oyun. Onu da mutlaka seyretsinler.

Oyunun biletleri için tıklayın