Konservatuvardan mezun olan birçok genç tiyatrocu kendi düşünce yapısına uygun oyun sahnelemek için yola çıkıyor. Onlardan biri de Yapı Tiyatro ekibi. Sahnelemeye başladıkları ilk oyunları O Zaman Küs Ölene Kadar’la ödüller aldılar. Fakat bu yol sancılı, zorlu, yıpratıcı. Onlar da bunun farkında ama umutları her daim diri. Bağımsız tiyatroların yaşadığı sorunları ve O Zaman Küs Ölene Kadar oyununu oyuncuları Doğaç Gözüdeli ve Mehmet Taşyürek’le konuştum. Bu sezonu 9 Mayıs’ta Pax Sahne’de kapatıyorlar. Onları son oyunda yalnız bırakmayın.
Yapı Tiyatro’nun ilk oyunu O Zaman Küs Ölene Kadar iki yıldır sahneleniyor. Kaç oyun oldu? Nasıl dönüşler alıyorsunuz?
Alternatif bir tiyatro ekibinin en büyük ihtiyaçlarından biri görünür olmaktır, bizi gördüğünüz için teşekkürler. O Zaman Küs, (kısaltarak böyle diyoruz aramızda) için güzel geri dönüşler alıyoruz. Hikâyemizin seyircide karşılık bulması elbette motive ediyor, her oynadığımız temsilde anlatımızın içinde yeni detaylar ve bakışlar bulmaya teşvik ediyor. Özellikle insanların gerçekte aileleriyle yaşadıklarını oyunda gördüğünü ve çok etkilendiğini aktarması bazen bizi bile şaşırtıyor. Çünkü bazen çok spesifik bir durumu, örneğin bir diyaloğu veya nadir yaşanacak bir olayı birebir yaşadıklarını aktarıyorlar. Küçük bir örnek vermek gerekirse, oyunda iki çocuk bir ölümün ardından konuşurken abi olan, kardeşine ölüm denmesinin ayıp olduğunu, onun yerine “vefat” demesi gerektiğini söylüyor. Seyircilerimizden biri, çocukken bu kelimeyi bir cenazede, tıpkı oyunda olduğu gibi başka bir çocuktan öğrendiğini aktarmıştı.
O Zaman Küs Ölene Kadar ne anlatıyor? Bize biraz oyundan bahseder misiniz?
Hikâyemiz, bir abi kardeşin çocukluk ve yetişkinlik dönemleri arasında gidip gelerek ilerliyor. Çocukken kedilerini, yetişkinliklerinde babalarını kaybediyorlar ve mezar başında öfkelerini, mutsuzluklarını, sinir bozukluklarını, yaslarını paylaşıyorlar. Çünkü ne yaşarlarsa yaşasınlar, onlar bir “aile” ve bu oyun, aile olgusunun nasıl çalıştığıyla ilgili bir kesit sunuyor. Bu bilgileri verince çok dramatik bir oyunmuş gibi bir izlenim doğuyor hâliyle. Ama oyunun trajikomik tarafı daha ağır basıyor. O Zaman Küs’ü “Mezarlıkta geçen hüzünlü bir komedi” diye özetlemeyi seviyoruz ekip olarak.
Oyun farklı iki zamanda ve mezarlıkta geçiyor. Etkileyici bir sahne tasarımı da var. Geçişleri de ayrıca beğendim. Oyuna nasıl hazırlandınız? Nasıl bir ekibin ürünü?
Güzel yorumlarınız için teşekkür ederiz. Alternatif tiyatroda seyirci nadiren böyle güçlü bir atmosferle karşılaşıyor, bu konuda çok olumlu yorumlar alıyoruz. Seyircimizden “salona girdiğimde kasvetli bir mezarlıkla karşılaşınca dramatik bir oyun izleyeceğimi düşünmüştüm ama oyun boyunca bu gergin atmosferde defalarca güldüm” tarzında geri dönüşler çok alıyoruz. Bizim de oyunun tasarım sürecinden beri hedefimiz bu kontrastı, iç içe geçmiş duyguları, dönüşümleri seyirciye yaşatmaktı. Sahneler arasındaki geçişler de aynı bakış açımızın yansıması. Bu oyunun hazırlık süreci çok uzun sürdü aslında. Metin tamamen hazır olduktan sonra bile bir yıla yakın bir süre doğru ekibi bir araya getirmek ve gerekli bütçeyi yaratmak için çalışmamız gerekti. Hikâyeyi seyirciye güçlü bir şekilde aktarmak için şart olduğunu düşündüğümüz prodüksiyon koşullarını ve doğru ekibi bir araya getirmeden hareket etmedik. Ekip için söylenecek çok söz var, herkesin bu işte emeği büyük. Ama özetle, birbirinin yeteneğine güvenen ve yaratım alanına saygı duyan bir ekip olduğumuzu söyleyebiliriz.

Doğaç sen aynı zamanda oyunun yazarısın. Senin kaleminden çıkan ilk iş. Üstün Akmen Jürisi tarafından da “Yılın Yerli Yazarı” seçildin. Yazarlık serüvenini tetikledi mi bu ödül? Nasıl karar verdin metin yazmaya? Nasıl hissediyorsun?
İlk yazdığım oyunun böyle bir ödüle değer görülmesi elbette motive etti. Yazıp hayata geçirdiğim ilk iş Çok Başka Bir Şey adlı kısa filmimizdi. Orada da Mehmet oynuyordu, ben aynı zamanda yönetmendim. Bu filmle de yurt dışından ödüllere layık görülmüştük. Sanatçı bir aileden gelmemle de şüphesiz bağlantılıdır, çocukluğumdan beri yazma girişimlerim vardı aslında. O Zaman Küs, içime sinen bir metin oldu ama bunu yazabilmek için çocukluktan itibaren onlarca başarısız girişimde bulunmam gerekti. Tabii burada hemen şunu da ekleyeyim, bir oyun metni, esasen tamamlanmış bir sanat eseri değildir, yalnızca bir yol haritasıdır. Onu yorumlayan ve hayata geçiren ekibin vizyonuyla tamamlanır. Dolayısıyla bu metin başarısını; yönetmenin, tasarımcıların ve oyuncuların yüksek katkılarına borçlu.
Tiyatro bölümünden mezun olan birçok sanatçı kendi tiyatro topluluğunu kurup hayal ettikleri oyunları sahneye taşımayı planlıyor. Yapı Tiyatro da bunlardan biri. Bu yola çıkarken planınız neydi? ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Hayal kurmak, işimizin olmazsa olmazı tabii. Fakat bizim hayalimizi seyircinin de gördüğü zaman anlamlı bulması gerek. Biz sanat eserine, sanatçıdan seyirciye aktarılan bir cümle olarak bakıyoruz. Doğal olarak seyirciye söylediğimiz cümlenin seyirciyi de alakadar etmesi gerek ancak o zaman gerçek bir iletişim kurmuş oluruz. Bizim planımız, seyirciyle birlikte tartışabileceğimiz ve yeni bir perspektif getirebileceğimiz bir konu üzerine, seyir zevki yüksek bir oyun yapmaktı. Elbette her sanat eseri herkeste aynı duyguları uyandırmayabilir, göreceli bir iştir. Ama seyircisi olsak salondan mutlu ayrılacağımız bir oyun ürettik, yani planımızı gerçekleştirmiş hissediyoruz.
Bağımsız tiyatro olarak yaşadığınız sorunların başında neler geliyor? Sizi en çok ne zorluyor?
Elbette işin maddi kısmı çok zorlayıcı. Bağımsız tiyatro olmak hiçbir zaman kolay olmadı. Ekonominin kötüye gittiği zamanlarda ilk gözden çıkarılan şey sanat olduğu için, bu aralar daha da zor. Dekor maliyetleri, prova mekânı ve sahne kiraları gibi birçok zorluğu aşmamız gerekiyor. Bununla beraber bir prodüksiyon üretirken seyirciye bahanelerle gelemeyiz. Seyirci, tamamlanmış bir iş görmek için gelir, onlara tamamlanmış bir iş göstermek de sanatçının sorumluluğundadır. Sanatçı bilet satarken, üretim aşamasında yaşadığı sorunların çözümünü bulup, hikâyeyi eksiksiz anlatacağını vadeder aslında. Biz buna önem veriyoruz. Bu tarz sorunların oyuna yansımaması, seyir zevkine ve anlatıya zarar vermemesi için büyük çaba sarf ettik, bu bizim sorumluluğumuz, oyunumuzda bunları seyircimize yansıtmadığımızı düşünüyoruz.

Tiyatronun geleceğinde nelere ihtiyaç var? Neler söylemek istersiniz?
Tiyatronun bugün yaşadığı sorunların birçok sebebi var. Sanat eğitimiyle ilgili yıllardır süregelen yanlışlar, ekonominin kötüye gidişi, politik iklimin sertleşmesi vesaire. Fakat işimizi sakatlamaya çalışan dış etkenlere hayıflanmaktansa “Bizim sanatçı olarak üstümüze düşen nedir?” diye düşünmek daha faydalı olur diye düşünüyoruz. Bizce ihtiyacımız olan, dürüstlük. Dürüst hikâye, dürüst oyunculuklar, dürüst yapımcılar… Çünkü seyirci bazen adını koyamasa bile dürüst olmayanı her zaman algılıyor, dürüst olmayan işler yaptığımızda kendimizi kandırıyoruz yalnızca. Anlattığımız hikâye seyirciyi ilgilendiriyor mu, oyunculuklar her sahne için aynı özende çalışılmış mı, yapımcılar bir işi prodükte ederken hikâyeye inanarak mı hareket ediyor yoksa başka faktörleri düşünerek mi bu işe giriyorlar? Bu tarz soruların cevaplarını kendimize verirken daha dürüst olursak daha özenli işler çıkacağını ve seyircinin tiyatroya inancının tazeleneceğini düşünüyoruz. Seyircisi olmak istemeyeceğimiz bir işi üretmemeliyiz.