“Imposter” ya da sahtekârlık sendromu terimi, insanın kendinden şüphe etmesinin kültürel bir kısaltması hâline geldi. Bizlere anlatılan hep bunu kendi içimizde çözmemiz gerektiğiydi; yeterince nitelikli olmadığımıza veya kendimizi bir şeylere layık bulmadığımıza dair duyduğumuz bir inançtı bu. Oysa gerçek tam tersi olabilir. Birçok kadın için bu bakış açısı tamamen yanlış bir noktada başlıyor.
“Imposter sendromu” olarak adlandırılan şey çoğunlukla yanlış bir teşhisten başka bir şey değil. Hatta çoğu zaman sistematik eşitsizliğin bir tezahürü. Bu duygu kadınların, siyahların ve diğer dezavantajlı insanların yeterliliklerinin sürekli sorgulandığı alanlara, önyargı ve dışlayıcılıkla yoğrulmuş ortamlara verilen bir tepki olamaz mı?
Shari Dunn bu yanlış teşhisin ne kadar yaygın olduğu, potansiyel bir danışanıyla -beyaz bir kadın- yaptığı bir konuşmada çok net bir şekilde anladığını söylüyor. Konu Imposter sendromu üzerine vereceği bir açılış konuşması. Kendi bakış açısını anlatıyor Dunn; Sahtekârlık sendromu, aslında asıl suçluları -cinsiyetçilik, ırkçılık ve beyaz üstünlüğü- örtbas eden genel bir terim, diyor. Bu kavram, kadınların sistematik bir yeterlilik denetiminin sonucu olan sorunlar karşısında kendilerini suçlamasına neden oluyor.
Imposter sendromu, tanınan bir psikiyatrik bozukluk değil
Kadın bu sözler karşısında şaşkınlığını gizleyemiyor. Daha önce konuştuğu hiçbir danışmanın konuyu bu şekilde ele almadığını, hatta bir danışmanın “Herkeste sahtekârlık sendromu vardır, yok diyen ya yalancı ya da narsisttir” dediğini aktarıyor. Bu indirgemeci ve zararlı yaklaşım Dunn’ı hayrete düşürüyor. Sahtekârlık sendromu, tanınan bir psikiyatrik bozukluk bile değil! DSM-5’te ya da Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması’nda yer almıyor. Yine de herkesin bu sendromdan muzdarip olduğu fikri giderek yaygınlaşmış durumda.
Dunn’ın potansiyel danışanıyla sohbeti şöyle devam ediyor:
Kendisine insanın şüphe etmesinin çoğu zaman sistematik önyargılara verilen mantıklı bir tepki olduğunu anlattım. Malhotra ve Burey’nin ifadesiyle: ‘Sahtekârlık sendromu, bakışlarımızı iş yerindeki kadınları düzeltmeye yönlendiriyor; oysa asıl düzeltmemiz gereken yer, kadınların çalıştığı yerlerdir.
Akıldan çıkarmamız gereken gerçek şu: Scooby ve arkadaşları hayalet sandıkları kötü karakterin maskesini çıkarır ve aslında maskenin ardından korkuyu kullanarak gizli ajandasını yürürlüğe sokmaya çalışan biri olduğunu görürüz. Sahtekârlık sendromu da benzer bir maskedir; öz şüpheyi besleyen sistematik eşitsizlikleri gizler.
Sahtekârlık sendromunun ötesine geçmek istiyorsak, onu bireysel bir yetersizlik değil, sistematik bir sorun olarak yeniden çerçevelemeliyiz. İş yerleri; mikro saldırıların, örtülü önyargıların ve adaletsizliklerin ortadan kaldırıldığı alanlara dönüşmelidir. Kadınlar, yaşadıkları öz şüphenin çoğu zaman kendi yetersizliklerinden değil, yeterliliklerinin sürekli sorgulanmasından kaynaklandığını fark etmelidir.
Kaynak: Time